Bir süreden beri haftada bir kaleme aldığım “Hafttanın Panaroması” yazılarımı uzun bulanlar oluyor. Tamam söz veriyorum biraz daha kısa yazmaya çalışacağım ancak siz, yine de okumaktan sıkılmayın. Bu haftaki yazım da biraz uzun oldu. Lakin, çok okunmak kadar tarihe not düşmek de var işin içinde.
Bu haftaki konumuz. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu. Kendisiyle hiçbir kişisel husumetim ya da dostluğum yok. Bu yazıda da kendisinden daha çok, kendisiyle simgeleşen siyasetçi tarzını eleştireceğim. Sık sık ismi geçeceği için CK rumuzunu kullanacağım.
……………………………………
Tarih 27 Ocak 2019, yer, Ankara. CHP’de belediye başkan adaylarını belirlemek için olağanüstü toplantı var. Doğal olarak CK da Ankara’da.
O gece, Türkiye’nin en büyük kentinin il başkanı olan CK, sosyal medya üzerinden, istifa ettiğini duyurdu. Duyduğumuza göre; istifa mesajından sonra, sinir krizleri geçirip, telefonunu kapatmış ve arayan kimse de kerdisine ulaşamamış.
Ertesi sabah CK, şöyle bir mesajla yeniden sahneye çıktı:
“İl yönetimindeki arkadaşlarımın ve örgütümüzün yoğun baskısıyla, partimize, örgütümüze, seçmenimize ve İstanbul’a olan sorumluluğum gereği görevime ve mücadeleme devam ediyorum.”
Basına yaptığı açıklamada ise örgütün sesini, parti yönetimine yeteri kadar yansıtamadığını düşündüğü için istifa ettiğini söyledi.
İstifa mesajının altına yorum yapan onlarca partiliden hiçbiri “ne olur geri dön” diye yazmamıştı oysa. İl yönetimi ve İstanbul örgütü, Ankara’ya yürüme kararı falan da almamıştı. Hem sabaha kadar Parti Yönetimi, örgütün sesini duyduğu için hem de yoğun baskılara dayanamadığı için CK, “mücadelesine” geri döndü.
Peki, neydi CK’nın mücadelesi? O gece niye istifa etmişti? Sabah olunca, istifasını neden geri almıştı? Kadın aday gösterilmediği için mi istifa etmişti? Ya da kendisi gibi, sözüm ona, sol/ sosyalist adaylar mı istiyordu? Kulislere yansıyanlara göre, CK’nın derdinin bunlarla ilgisi yoktu.
Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça… Ya bizler çok enayiyiz ya CK olağan dışı zeki.
Basına yansıyan kulislere göre, bu gelişmeler üzerine Genel Başkan Kılıçdaroğlu, CK’nın istifasını, istifa etmezse görevden alınmasını istedi. Araya, Ekrem İmamoğlu girdi ve CK, seçimlere kadar görevinin başında kaldı.
Peki, istediği kişiler aday olmadığı için il başkanlığını bırakacak kadar onurlu olan CK, Kılıçdaroğlu istifasını istediği zaman neden “al sana istifa” diyerek dik duramadı ve neden halen susmayı tercih ediyor.
Sonrasını hep birlikte yaşadık ve gördük. CHP, 31 Mart seçimlerini kazandı. Seçimler iptal edildi. Yeni bir süreç başladı. 23 Haziran seçimlerini bu defa, 800 bin oy farkıyla kazandı.
Süreç, CK’nın yıldızını parlattı. Açıklamaları, paylaşımları giderek değişmeye başladı. Agresif, ergen, düşünsel altyapısı boş solcu CK, giderek merkez siyasete yakın bir çizgiye geldi. “İnandığınız Allah'ınız sizin de belanızı versin” diyen CK, artık ellerini açıp Tanrı’ya dua ediyordu. Bazen de ‘siyasi abla’ pozlarıyla, tüm İstanbul’a kendisi hakimmiş imajı veriyordu.
Derken, attığı twetlerden dolayı hakkında başlayan soruşturma, davaya dönüştü. Birkaç ay önce, CHP İstanbul’un istenmeyen başkanı, bir anda kahramanımız oldu.
Kampanyalar başlatıldı. “Asla yalnız yürümeyeceksin” diyerek, yüzlerce kişi, Çağlayan Adliyesi’ne koştu. Sahi, CK nereye yürüyordu? Solcuların ve CHP’lilerin mahallesinde artık, eleştirilmesi yasaktı. Profil fotografını bile CK’nin fotografı yapanları gördüm ben.
İnanılmaz bir medya desteğini aldı arkasına. Bugüne kadar yüzlerce, binlerce kişi düşünce suçlusu olarak hakim önüne çıkmıştı ama kimsenin savunmasının tam metnini yayınlanmamıştı bağımsız medyamız.
“Ben, Canan Kaftancıoğlu” diye başladı savunmasına: “Beni buraya, bu mahkeme salonuna bir hayal getirdi. Çocukluk günlerimden kalma bir hayal. Ömrüm boyunca o hayalin peşinden koştum, gerçekleşmesi için mücadele ettim ve bundan sonra da edeceğim” diye sürdürdü.
Savunması, 12 Eylül’de diz çökmeyen, kendilerini savunmak yerine karşısındaki devlet gücünü yargılayan devrimcilerin jargonuyla doluydu. Ancak, onların hiçbiri, “kendi isimleriyle” söze başlamamıştı. Kimse, çocukluktan bu yana solcu olduğunu anlatma gereğini hissetmemişti.
“Ben, Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul İl Başkanı” diye başlasaydı savunmasına daha anlamlı olurdu. Ancak, CK, artık kendisini partisinin bile üzerinde görmeye başlamıştı.
Savunmasına, devrimcilerin dik duruşunu yansıtarak başladı ama sonrasında, birçok şeyi inkar etti. “Hakkımda vereceğiniz kararlar meşru değildir. O duvarlarınız vız gelir bize” diyen devrimcilerin duruşu, CK’da “bu davadan nasıl yırtarım” cinliğine evrilmişti.
“Ben, Canan Kaftancıoğlu” diyerek, kendisine büyük bir alan açtığı savunmasında, yeri geldi “Partimin görüşleri doğrultusunda o mesajı attım” diyerek partisine sığındı, yeri geldi “Hayır o mesajı ben atmadım” diyerek inkar etti. Savunmasının tam metnini yayınlayanlar, bu kıvraklıkları, köylü kurnazlıklarını yayınlamadı bile. Birileri bağımsız medya mı dedi? Evet, çok bağımsızlar. Umarım bu ülkede gerçekten bağımsız bir medya olur da gerçekleri bizler cımbızla ayıklamayız.
Bu çelişkileri, nasıl olsa kimsenin sorgulamayacağını biliyor CK. Rüzgar kendisinden yana esiyor, tarih kendisinden yana akıyor.
CK, kendisini desteklemeye gelenlere teşekkür etmek zorunda hissetti. Teşekkür, bir tevazu barındırır ama CK’nın teşekküründe bile kibir vardı. “İnsan olana, insan kalana” teşekkür ederek, kendisini desteklemeye gelenleri, “insanlık” payesiyle gururlandırdı, onurlandırdı. Eksik olmasın! Nazım’dan da bir şiir çaktı arkasına ve güzel günlere olan inancımızı pekiştirdi.
Kimi insanlar, siyasette ve hayatta hak etmediği koltuklarda otururlar. Cürümlerinden fazla yer kaplarlar. Kocasının soy ismiyle prim yaptı, yüzlerce solcu cezaevlerinde bedel öderken kendisi, üç beş sol mesajla solculuğun rantını yedi. Gezi’ye katılan yüzbinlerce kişiden biri olmanın reklamını yaptı her yerde, parti baronlarının isteğiyle de o koltuğa oturdu. Şimdi de “insan olma” payesini dağıtıyor.
Biliyorum, bu yazımdan dolayı çok eleştiri alacağım. Herkesin güzelleme yaptığı biri hakkında bunları yazmam yadırganacak. Siyaseti hiçbi zaman suya sabuna dokunmamak ve mevcut olana itaat etmek olarak görmedim.
Ucuz bir halkla ilişkiler faaliyetidir yürütülen. CK hakkında açılan kampanyalar, sosyal medyada koparılan bu gürültü, imaj çalışmasından başka bir şey değil. Herkes, Kılıçdaroğlu sonrasında genel başkanlığa oynuyor.
Bizim de söyleyecek sözümüz var elbette. Konjonktürün rüzgarıyla yelkenlerini şişiren, yapay gülüşlü, istikrarsız siyasetçilere eyvallah demedim, bundan sonra hiç demem.
Kalın sağlıcakla