‘Anne ben gazeteci miyim?’ platformu tarafından düzenlenen Medya, Kültür ve Toplum Buluşmaları adlı etkinlik dizisinin ilki mimarlar Murat Germen, Celaleddin Çelik ve Melek Zeynep Bulut’un katılımıyla mimarlık odaklı gerçekleşti. Modern mimariye dair pek çok tespit yapılırken en çarpıcı tespit “Mimarsız mimarlıktan çirkin bir şey çıkmıyor” oldu.
“Anne ben gazeteci miyim?” platformu; Medya, Kültür, Toplum Buluşmaları adını verdiği etkinlikler dizisinin ilkini 4 Ocak 2019 cumartesi günü Bağımsız Sanat Vakfı’nın mekân sponsorluğunda gerçekleştirdi. İlk buluşmanın genel teması ‘mimarlık’ olarak belirlendi. “Mimaride odak korumak mı geliştirmek mi? Teknoloji ve kültür bu sürecin neresinde?” temel sorusu üzerine şekillenen etkinlikte; Murat Germen ile Celaleddin Çelik konuk olarak yer alırken, etkinliğin moderatörlüğünü ise Melek Zeynep Bulut üstlendi. Buluşmada aynı zamanda birçok mimar ve tasarımcı da katılımcı olarak yer aldı.
“Teknoloji her zaman gelişmişlik anlamına gelmez”
Etkinlikte ilk alarak söz alan Murat Germen şunları söyledi: “Korumak çok önemli. Geliştirmek ise gerektiği kadar ve vakti geldiğinde önemli. Sırf gelişelim diye bir şeyler yapınca insanlarla sizin o geliştirdiğiniz şey arasındaki bağı koparırsınız. Çünkü bu gelişmeyi yapanlar ya da öncülük edenler toplumun iyi eğitimli ve algısı açık insanları. Ve onların kafasındaki dünya ile insanların yaşamakta olduğu dünya aynı değil. Dolayısıyla bu iki dünya birbirinden kopmaya başlıyor. Günümüzde teknolojiden beslenerek karşımıza çıkan birçok şeyi gelişme olarak adlandırılmasından emin değilim. Öte yandan geçmişle çok fazla vakit geçirirseniz ve geleceğe güven duymazsanız şimdiye odaklanamazsınız. Bu da bir çeşit bahane ve bu bahanelerden kurtulmamız gerekiyor.”
”Bu toprakların çocukları olarak doğuştan yüklü doğuyoruz"
Tarih boyunca insanların gelişmişlikle olan ilişkisinin bir düzen ve ritim içerisinde devam ettiğini belirten Celaleddin Çelik ise şunları aktardı: “Bu seyirde insan çeşitli şeylere biçim verdi, tasarladı ve düzenledi. Bunu kendi ürettiği aletlerle yaptı ve günden güne bunu geliştirdi. Buradan hareketle insan eliyle biçimlendirilmiş bir objenin, sürekli insan eliyle şekil alması ile kutudan çıkan bir cep telefonuna ilk kez bir insan eli değmiş olmasında büyük bir fark var. Ve bunun adı yabancılaşma. Öte yandan geçmişte dünyada ve ülkemizde yapılan binaları ve yapıları incelediğimizde bir mimar elinden çıkmamış olmalarına rağmen onlara hayretle bakıyoruz. Neredeyse çirkin bir şey yok. Mimarsız mimarlıklarından çirkin bir şey çıkmıyor. Biz bu toprakların çocukları olarak doğuştan yüklü doğuyoruz. Ve hep bu ikilemlerle hareket ediyoruz. Doğu-batı, eski-yeni, klasik-modern, çağdaş-geleneksel Bütün değerlendirmelerimiz neredeyse böyle. Bunlardan kurtulmuş bir sanat değerlendirmesi okumadım. Bence ilk önce bundan biraz sıyrılmak lazım. İkilemlerin hepsi beraber var olan şeyler. Kendi aralarındaki gerilimden birbirini besliyorlar. Bir tanesini tercih etmek zorunda değiliz. Bir şeyi dondurarak korumak yerine ucu açık bir şekilde onu geliştirmeye devam etmeliyiz. ‘Bu bana miras, buna dokunamam’ demek o mirasla aranızda bir yabancılaşmaya işaret eder.”
“İhtiyaç fazlası konut üretiliyor”
Günümüzde bugünün ihtiyaçlarına göre şekillenen yeni bir konut kültürüne ihtiyacımızın olup olmadığının da tartışıldığı etkinlikte, “Geleneksel olan korunmalı mıydı, çağdaş olan iyi yorumlandı mı?” sorularına cevap da arandı. Celaleddin Çelik konuyla ilgili şunları söyledi: “Günümüzde ihtiyaç fazlası çok fazla konut yapılıyor. Bunları üreten sistem de insanları bu konutları almaya ikna etmeye çalışıyor. Üstelik öyle bir pazarlanıyor ki bu konutları almayanlar ya da bu konutlarda oturmayanlar, toplumdan geri kalmış ya da bir şeyler hep eksik kalacak gibi lanse ediliyor.”
“Yeni konut kültüründe balkonları kaybetmeye başladık”
Murat Germen ise düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Konut kültürü genellikle bir yatırım aracı olarak ele alınıyor. Eskiden mevcut evimizi genişletelim diye bir şey varken şimdi satıp yenisini alalım düşüncesi oluştu. Toplum bu duruma şartlandı. Öte yandan yeni konut kültüründe balkon dediğimiz şeyi kaybetmeye başladık. Balkon içle dış arasında, yarı mahrem yarı kamusal bir alan aslında. Bir eşik de denebilir. Yeni balkon anlayışlarını kapı pencere olarak adlandırıyorum. Balkon kültürünün kaybolmasıyla işlevleri de yok oldu. Örneğin çamaşır kurutma yerini daha dijital anlayışlara bıraktı. Arada bir açıkhavadan beslenemiyorsunuz. Yeni binalarda penceresi açılamayan evler var. Bu çok korkutucu. Ayrıca sokakla olan bağlantı da çok önemli. Şu zamana kadar ben ailemle 2-3 ev falan değiştirdik. Bunların hepsi normal mahallelerde evlerdi. Asla bir siteye girmedim. Kimse bana bunu yaptıramaz. Çünkü ben apartman kapısından çıktığım an sokağa adım atmalıyım.”