Havuzlu ve saunalı, yaşam merkezlerinin olmadığı, çimme özlemini derelerde, sauna ihtiyacını da Belediye Hamamının gazan gapısında hallettiğimiz günler.
Malatya belediyesinin sulara klor atmadığı, ama sudan geçen hastalıkları bilmediğimiz ve özellikle rota virüsün 'amel' yapma özelliğinin sadece tıp fakültelerinde okutulduğu, hatta İstanbul'un her yerinde denize girildiği yıllar.
Bebeklerin öllüklerle belenip kundak yapıldığı, hazır mamaların olmadığı, anaların, bebeklerini süt ve pirinç ununu karıştırarak yaptıkları mamalarla besledikleri çocukların obezite denen meretle tanışmadığı yıllar.
Horoz şekeri, kaynana şekeri ve elmalı şekerden başka çocuğa hitap eden bir şeyin olmadığı günler.
Sobalarla ısındığımız, soğuk odalarda yün yorgana sarılarak yattığımız ve yattığımız pozisyonda kalktığımız ama sırım gibi sağlıklı olduğumuz, sobanın üstünde çaylar, ıhlamurlar demlediğimiz, içinde ise patatesler pişirdiğimiz günler.
Televizyonlar da insan psikolojisini bozduğu ispatlanan saçma sapan diziler yerine, çocuk ufkunu açan masallar dinlediğimiz günler.
Kurutma makinalarının yokluğunda, soba borularına yapılan o devrin büyük icadı! aparatlarla çamaşır astığımız ve kuruttuğumuz günler.
"Soba sirkeleme" denen bir olgunun olduğu, elimizin yüzümüzün, evlerin isten kapkara olduğu günler.
Kat kat elbiselerimizin, çift çift ayakkabılarımızın olmadığı, oyuncak denen aletin ne olduğunu görmediğimiz, bayramlarda ayakkabımızı koynumuza alıp yattığımız, dolayısıyla malımızın ve insanların kıymetini bildiğimiz günler.
Oyuncak yok diye oyuncaksız mı kalalım, diyerek telden oyuncak arabalar, çemberler vs yaptığımız günler.
Yerler möhürlenene kadar sokaklarda oynadığımız, anamızın verdiği üzerine salça sürülmüş bir dilim ekmeği bölüştüğümüz, susayınca kimin evi olduğuna bakmaksızın rahatlıkla suyumuzu içtiğimiz günler.
"Demirbank hayırlı günler diler" diye güne başlayan, Polonya'nın Varşova, Rusya'nın Moskova, şehirlerini dahi çekebilen sandık büyüklüğünde hışırtısı bol radyolarımızın olduğu, arkası yarın, mikrofonda tiyatro, Eflatun Cem Güney masalları, Mustafa Geceyatmaz'dan, Ahmet Sezgin'den, Muazzez Türing'den türküler dinlediğimiz günler.
Özellikle Muzaffer Akgün'den "kışlalar doldu bugün" ve Bedia Akartürk'den, elmaların yongası türküsünü bol bol dinlediğimiz,
Orhan Boran ve Yuki programını iple çektiğimiz,
Zeki Müren'le baş başa programlarının reyting rekoru kırdığı,
Haberlere ajans denilen, ve de...
Zafer Cilasun'un davudi sesinden ajans dinlediğimiz günler...
Televizyonun olmadığı dolayısıyla, "maniniz yoksa annemler size gelecek" diye haberler gönderildiği yıllar.
Misafirlik denen bir adetin var olduğu ve çocukların girmesinin yasak olduğu, misafirden misafire açılan "misafir odalarımızın" olduğu yıllar.
İlk okullarda giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluştuğu öğretilen ve adına mektup denen, kağıda yazılıp, tükürükle kapatılan, zarfın içine konulup üstüne pul denen bir şey yapıştırılan ve postaneden atılan, asker mektubu, aşk mektubu, gurbet mektubu gibi sınıflara ayrılan bir nesnenin olduğu yıllar.
Bayramların tatil fırsatı olarak görülmediği, insanların bayramlarda hısım akraba, eş dost ziyareti yaptığı, gönüller'in alındığı günler.
Bankaların ATM cihazlarını görsek, o dönem, yalnız Amerikan filmlerinde görebildiğimiz "computer" sanacağımız yıllar...
Belediye Başkanlarının, milletvekillerinin koruma ordusuyla dolaşmadığı, halkın arasında dolaştığı yıllar...
Öyle biri geldiğinde yolların kapanmadığı, insanlara zulüm yapılmadığı günler...
Telefon yazdırıp saatlerce beklediğimiz, yıllar...
Telefonu olmayan komşularımıza çabuk bize gel İstanbul'dan oğlun arıyor dediğimiz günler...
Hey gidi günler hey...
Yeni yetmelerin, yahu böyle bir hayat mı olurmuş dediğini duyar gibi oluyorum.
Bal gibi oluyordu,
Zengin fakir ayrımının yapılmadığı, herkesin huzurlu, herkesin mutlu olduğu, tıp fakültelerinde psikiyatri bölümünün talep görmediği yıllardı o yıllar.
Şahsen ben çok arıyorum, sizi bilemem?
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına..
Ülkemizden güzel bir kesit olmuş bu sefer. Emeğinize sağlık.