30 Ağustos Zafer Bayramı

Düşmanı biliyorsanız ve fiziki olarak onu yok etmek istiyorsanız, gücüne ve nüfuzuna aldırış etmeyeceksiniz.

Haklı olanlar, hakları için mücadeleyi göze almak zorundadır. Yeter ki, karar verip inançla ve azimle, karşı koyma cesareti göstersinler. Unutulmasın ki, her güçlünün zaafları, her haklının da devrimci soluğu ve yaratıcı hünerleri vardır. Tarih güçlülerin yenilgileri ve zayıfların yengileriyle ilgili, sayısız örneklerle doludur. Kurtuluş Savaşı, bu örneklerin en ulularındandır.

Kukla padişahlığa, zorla kabul ettirilen Sevrle, Anadolu’yu bölerek cehenneme çeviren yedi düvel namlı emperyalistlerin, yaptığı binbir hesap; askeri kısmen terhis edilmiş, yoksul, yorgun ve çaresiz kalmış halkımıza, bir çağrı yetmiş ve kendi küllerinden yeniden doğarak, toprağına, namusuna sahip çıkmak şiarıyla, işgalci güçleri tanrısal bir uğraşla, bağrından söküp attığı, ulusun hesabıyla karşılık gördü.

26 Ağustos, emperyalist savaş hesaplarının, Mustafa Kemal’in savaş dehasıyla, ters düz edildiği saldırı mucizesinin, 30 Ağustos gününe kadar süren ve haklı bir utkuyla noktalanan kahramanlığın bayramlaştırılmasıdır.

Bugün, dünya yeniden parsellenmekle karşı karşıyadır. Güneş doğmuş ülke karanlıktadır. Halkımızın gün ışığını görmesini engelleyen, hain kara bulutları yırtmanın, zamanı gelmiş ve geçmiştir. Bu arsız ihanete seyirci kalamayız. 

Artık kanımızı kurutan, sabır taşını çatlatmak için, ayaklanmak zamanıdır. İstiklal Marşının; “Korkma!” diye başlayan ulusalcı dürtüsüne ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesiyle, gençliğe ve halkımıza yüklediği sorumluluğun gereğine uymak, kaçınılmaz bir son gibidir.

Halk yorgun ve yoksul düşmüş olsa da, ülkeyi küresellerin işbirliğiyle yöneten iç hainlere ve koltuk değnekleri suç ortaklarına karşı, ulusal istenç koyarak, ulusumuzun kutlu bağımsızlık davasına sahip çıkmak için, halkın öz örgütünü kurmak ve mücadele etmek gerekir.

İçinde bulunduğumuz bunalımlı ekonomik ve siyasi koşullar, siyasilerin teslimiyetçi tutumları, ihanet ve beceriksizliği nedeniyle, halkımız umutsuz ve kararsızdır. Ancak bu halk hiçbir zaman, toprağını, onurunu sömürgecilerin ve işbirlikçilerinin, ihanetine seyirci durmayacak kadar direnç ve istenç sahibidir. Tıkanan siyaset umutsuz, çözüm halktır. Halka da önderlik gerekir.

Ülkemiz dört bir yandan, şer odaklarınca kuşatılmış, batmakta olan bir gemi gibidir. Devlet, hasta bir meczupun karanlık ilişkileri içinde, belirsiz oldubittilerle yönetilemez durumdadır. Meclis atıl, denetim mekanizması 

çalışmıyor. Halk vekili seçilmişler, korku ve panik içinde, sorgulama ve muhakeme gücünü kaybetmiş, olayları sadece seyretmektedirler. Yargı siyasallaştırılmış, yasa egemenliği yok edilmiş, ülke tek adam sivil diktasının, yasa dışı KHK’larıyla yönetilmektedir. 

Siyaset topu taca atmış, halk ipleri küresellerin kölesi olan bir meczupun yönetemeyen aklıyla, kaderine terk edilmiştir. Topu tekrar oyuna sokmak ve maçı kazanmak, halkın topyekun sahaya inmesiyle mümkündür. Onun için de, tabandan tavanı zorlayacak, yeni ve örgütlü bir mücadeleye gereksinim vardır. 

İşsizlik ve yoksulluk içinde, ağır zam yağmurları altında, geçim sıkıntısı çeken, dar gelirli ve milyonlarca emekliyi sahaya sürmek kolay değildir. Ama başka çare de kalmamıştır. Onun için öncelikli ihtiyaçları planlamak ve halkın içinden keşfedilmemiş  cevherleri sahaya çıkaracak, öncü bir ekip çalışması başlatmak gerekiyor. 

Böyle bir ekip için, DSP’den uzaklaştırılmış ya  da küstürülmüş, ülke sevdalısı iknacı ve özverili siyaset gönüllüsü kimselerden veya değişik parti ve unsurlardan oluşacak, çalışmak için, profesyonel zaman ayırabilecek yurtseverlerle alan çalışmasına ivedilikle gereksinim var.

Tıpkı 1972’de ve 1985’te, Merhum Ecevit’in ülkeyi baştan sona tarayarak, halkı iktidara taşıdığı gibi, bizim de tabandan alternatif bir kurucular kurulu oluşturmamız ve halkın önünü açmamız gerekiyor. Siyaseti tıkanıklıktan ve genel başkancıklardan kurtarmanın başka yolu yoktur.

1982 Anayasasıyla, genel başkanların eli güçlendirilmiş olsa da, hiç kimse halktan güçlü değildir. Atatürk ve Ecevit nasıl ki, halkın içine girip iktidar olmayı başardıysa, bizim de halka güvenmekten başka umarımız yoktur. Nitekim siyaset halkın içinde, halk için yapılır. 

Siyasetsizlik siyaset değildir. Küresel Musevi sermayesinin oligarşik kurgusuyla, 17 yıldan beri ülkemize musallat ettiği A-Ke Pe, tam bir baş belasıdır. Kumpas ve andıçlarla ülkenin askeri ve sivil bürokrasisi tasfiye edildi. Üretim araçları elden çıkarıldı, ekonomi çökertildi. Orduya FETO’cu terörist unsurlar yerleştirildi, profesyonel asker yetiştiren kurumlar kapatıldı. Cumhuriyet hızlı bir tasfiye sürecine girdi. 

R.T.E hasta, ne yaptığını bilmez durumdadır. İçine düştüğü yolsuzluk ve hırsızlık batağında, yaşadığı korkular uykusunu kaçırıyor. Koca ülke yönetilemezlikle cebelleşiyor. Halk bezgin muhalefet şaşkındır. Aykırı muhalefet, bozuk düzenin korku imparatorluğunu İstanbul’da dize getirdi. Artık taşları yerine oturtmanın zamanıdır. Yüz yıllık cumhuriyet özüne, uygun  hale getirilmelidir. 

Ülke bunalımda, siyaset kurumu acizdir. Yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi tek umardır. Önceliğimiz siyasi istenç oluşturmak olsa da, en ivedili işimiz, askeri hiyerarşik düzeni, özüne uygun hale getirmek olmalıdır. Zira ateş çemberindeki ülkemizin, en önemli sorunu iç ve dış güvenliktir. Yıllardır bağlı olduğumuz, nüfuz dengesinin etkisinde kalan askerin yanlışları, bir baskı unsuru olarak canımızı incitmemişse de, ona kinlenmemize neden olmamalıdır. Unutulmasın ki, Askere düşmanlık, düşmana askerliktir. 

A-Ke-Pe iktidarda ama muktedir değil, küresel görevlidir. Asıl iktidar siyonist emperyalizmdir. Siyaset boşluk kaldırmıyor. R.T.E’ın pervasızlığı muhalefet boşluğundan kaynaklanmaktadır.  Boşluğu doldurmak için, suyun akışını önleyen, yüksek egolu cehaletten kurtulmak gerekiyor. Oligarşinin dört yaftalı partileri, yapay karşıtlık içinde görünselerde, özünde aynı lambanın fitilidirler. Halkımız olayı çözümleyemediği için, kötünün iyisini konuşmakla meşguldür.

Osmanlı’da olduğu gibi, Türkiye’de de durum bir sonuçtur. O nedenle bizim uğraşımız, direk emperyalizmledir. Ve onlarla hesabımız, yalnız ülke içiyle sınırlı değildir. Ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızı, yeniden kurabilmemiz için, siyasi istenç oluşturmak ve ulusal birliğimizi sağlamak zorundayız. Aksi takdirde Irak ve Suriye yurttaşları gibi, göçe zorlanabiliriz. 

Sağduyuda bütünleşmek dileğiyle ve saygıyla, halkımızın 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorum.

Mehmet Emin HAZAR 

DSP Mardin Eski İl Başkanı 

YORUM EKLE