Aidiyet

Seçme ve seçilme hakkı demokrasilerin en temel hakkıdır. Bu hakkın olmadığı ya da sınırlandırıldığı bir yerde demokrasi hak getire. İlkesel olarak bu hakkın olması herkesin eşitlendiği gibi bir sonuca yol açmaz. Ya da herkes kendi özgür iradesiyle seçme ve seçilme hakkını kullanmaz. 
Bizim gibi toplumların sosyolojik yapısında “aidiyetlik” duygusu bu hakkın özgürce kullanılmasının önünde engel oluşturur. Hakim olmak, güç elde etmek için bir grupla hareket etmek gerekir. Sınıfsal, etnik, dini aidiyetler anlaşılabilir bir durum ancak benim anlamadığım büyükşehirlerde yaşayıp da hemşehricilik, bölgecilik yapılması. Yazının ilerleyen bölümlerinde bu konuya yeniden döneceğim. 

Geçtiğimiz hafta bir patriklik seçimi yaşadık. İki değerli din adamı arasında benim de dostum olan Sahak Maşalyan’ı patrik olarak seçtik. Görevini layıkıyla yapacağından asla şüphem yok. İnandığım, güvendiğim biri. Cemaatimize ve tüm topluma hayırlı olsun . 

Türkiye’deki Ermenilerin çok büyük bir bölümü İstanbul’da yaşıyor. Ermenilerin İstanbul’la tanışması Fatih Sultan Mehmet’le birlikte olmuştur. Çiçeği burnunda bir tarih öğrencisi olarak araştıracağım konuların başında bu da var. Bununla birlikte İstanbul’daki Ermenilerin çok büyük bölümü 1930’lu yıllardan sonra malum nedenlerden yaşadıkları kentleri terk edip İstanbul’a gelenlerden oluşuyor. 

Merhum Patrik II Mesrop’un hastalığıyla patriklik makamı vekaleten yönetilmeye başlandı. Birçok toplumsal alanda gerileme yaşadık. Okul dernekleri işlevselliği yitirdi. Hemşehri dernekleri kuruldu ve boşluğu onlar doldurdu. Giderek dayanışma duygusunun ötesine geçerek topluma yön vermeye çalışan bu derneklerin zararlarını ileride daha da çok göreceğiz. 

Birileri belki kızacak ama ben doğruları ifade etmekten asla vazgeçmeyen biri olarak bunları yazıyorum.
Bu dernekler bir taraftan AİDİYET duygusu geliştirirken bir taraftan da toplumu ayrıştırmaya başladı. İstanbul’a gelen İstanbul kültürüyle tanışır ve bir süre sona o kültürün parçası olurdu. Artık köyden gelenler bırakın İstanbullu olmayı kendi köyünü memleketini İstanbul’a taşıyor. Taşralılık, benim köyüm senin köyünü döver aklı bu seçim sürecinde somut olarak karşımıza çıktı. 
Bölgecilik seçimlerinde geçer akçe oldu. Falanca şehirden göç edenler falancayı destekliyor gibi abuk sabuk söylemlere şahit oldum. Kent yaşamını kendi içine sindirememiş bir nevi kendilerini AĞA sanıp AİDİYET yaratmak isteyenlere en güzel cevap, seçim sonuçları oldu. 

Kimse, bölgesinin sahibi değil. Birileri kendilerine dükalık oluşturmak için bölgelerini, köylerini kullanmasın. Kimse, hemşehrisi adına karar vermeye kalkmasın. Kimse kendine “karar verici” misyonu yüklemesin. 

Kalın sağlıcakla 

YORUM EKLE