Ne kadar da yorulmuştum. Ne kadar da çok çalışıyormuşum fark etmemiştim şimdiye kadar. 4-5 ay öncesinde de aynı şeyleri yaparken pek da fark edememiştim yorgunluğumu, koşuşturmacadan bitkin düştüğümü. Bir soluk arasında durup bakmak yetmişti geriye, kendimden ne de çok şey verdiğimi ancak o zaman fark edebilmiştim. Beni yoran, ne yaptığım iş, ne de paylaştıklarımdı; işgüzar insanların emeksiz sömürüleriydi.
Son zamanlarda alışkanlıklarımız değişmişti pandemi nedeniyle. Artık ağzımız ve burnumuz için de giyecek kıyafetler vardı. Modern Dünyanın hastalıkları ve aşırı sosyalleşme insanları bir arada olmaya zorluyordu. Sosyalleşme olmadan yeni bir hayatın olabileceği düşünülmediğinden yeniden iş ve sosyal hayatlarımıza geri döndük. Toplu taşımalara, asansörlere, solunan havaya daha az insanla iştirak ediyorduk. Ağzımızın kıyafetleri ile olabildiğince sıfır temasla eski hayatlarımıza kaldığı yerden devam etmek için geri gelmiştik. Maskeler ağzımızı burnumuzu örtse de düşüncelerimizi ifade etmemize, konuşmamıza engel olmuyordu şimdilik.
...
Çok yorgundum yine bugün. Sosyal mesafe nedeniyle pek de oturacak yer yoktu parkta ama bacaklarım takatsiz kalmıştı, sadece dinlenmek istiyordum. Bir bankta oturan diğerlerine pek de benzemeyen tek oturulacak boş yer bulunan birinin yakınına oturdum. Birileri oturdukları yerden parmakla yakınımda oturanı göstererek "deli" diyorlardı. Saçları darmadağındı, kırlaşmış sakalları göğsüne kadar uzamıştı. Uzun kollu ince ve yıpranmış bir kazak, eski ve tozlanmış haki renk bir pantolon ve yırtık bir terlik vardı ayaklarında.. Her halinden bir evi olmadığı, sokakta yaşadığı anlaşılıyordu. İnsanların uzak kaçtığı bu kişi şuan burada olmasa oturacak yer de bulamayacaktım. İnsanları kılık ve kıyafetleriyle yargılamamak gerektiğini neyse ki ailem doğru bir şekilde öğretmişti. Tek rahatsız olacağım şey çok konuşkan birine benzemesi ve benim de konuşacak mecalimin olmamasıydı. Umarım konuşmaz şimdi benimle diye içimden geçirmemle konuşması da bir oldu.
Zaten gün kötü başlamıştı günler öncesinden ölesiye korktuğum uçak yolculuğu yüzünden hala tedirgindim. Oysa eskiden gökyüzünde süzülen bu devasa taşıtın içerisinde yer almaktan sadece keyif alıyordum, çelik kanatları benimmiş gibi daha özgür hissediyordum kendimi. Ancak şimdilerde seyahatimin günler öncesinde uykusuzluk ve huzursuzlukla harmanlanmış haliyle bir yolculuk kabusu yaşıyordum. Her bindiğimde uçağa bu sefer diyordum. "Korkmayacağım." Sahi korkacak ne vardı ki, üstelik en güvenli ulaşım yoluydu. Ama her seferinde nedenini anlayamadığım bir korku kaplıyordu içimi. Yükseklik korkusu değildi, çaresizlik değildi, ölüm korkusu da değildi. Herkes ne de olsa bir sebepten dolayı ölecekti nihayetinde. Hepsini elemiştim gökyüzündeyken, o halde neden korkuyordum ben. Ölümden daha fazla beni korkutan neydi? Sevdiklerimin beni bir daha göremeyecek olmasından dolayı yaşayacağı üzüntüyü düşünmek mi korkutuyordu beni? Sevdiklerimle yeterince kaliteli zaman geçiremediğimi düşündüm. Hep bir daha ki sefere mutlaka diyerek ertelemiştim. Acaba bu mu korkutuyordu beni? Neyse ki karadaydım ve bir daha ki sefere sevdiklerimle yapmak istediğim hiç bir şeyi ertelememeye karar verdim, günler sonra yine sözümü tutamayacağımı bilerek. İflah olmaz bir yalancıydım bu konuda, yeniden kızdım kendime.
Yakınımdaki; düşüncelerimi bölerek başladı konuşmaya “Kaybedilecek olan ne kadar kıymetliyse korkusu da o kadar büyük oluyor. İnsanın korkusu; kaybedilecek olandan her zaman daha fazladır'' diyordu. Yanıt istemiyor ama düşüncelerimi de duyuyor gibiydi. Onun da mı korkuları vardı? Yoksa ben mi sesli düşünmüştüm? Anlatmaya devam ediyordu.
"Şaşırdın değil mi? Yoksulum, sokaklarda kalıyorum diye beni beğenmeyip yanıma oturmuyorlar. Yüzlerini çevirip bakmaya bile tenezzül etmiyorlar. Oysa kimseye zararım şimdiye kadar olmadı benim" diyordu. "Sadece şu hayatta kendime zarar verdim ben de herkes gibi. Ben de eskiden sizler gibiydim. Her şeye sahip olduğumu sanırken aslında her şeyin bana sahip olduğunu fark ettim. Korkularımdan kurtulabilmek için her şeyi geride bıraktım. Biraz daha huzur bulabildim şimdilerde." diyordu.
"Sizler gibi yaşarken günün birinde korkularımın eski benliğim için parmaklık olduğu yeni benle tanıştım ve derinlerde bir yerlerden ara sıra ortaya çıkan, hiç sevemediğim yeni benliğimi anlamaya çalışarak kabullenmek istemediğim bu kişiliğime ‘O’ demeye başladım." Şaşırdım sordum. "şimdi kiminle konuşuyorum onunla mı?" Kızgın bir sesle bağırdı bana. 'Hayır! asla.!' ‘O’ kesinlikle ben olamam. dedi. Dissosiyatif kişilik bozukluğu (çoklu kişilik) kişilik bölünmesi var sanırım. Ondan mı deli diyorlardı acaba. diye düşündüm. Devam ediyordu hararetle anlatmaya. Kendini anlatacak birini kim bilir başka ne zaman bulabilirdi yeniden. "Önceki kişiliğimin gerçek ben olmadığını benim ise önceki kişiliğim olmadığımı sonra anladım." diyordu. "Peki madem ben değildim ‘O’, hareketlerimi, beynimi, duygularımı nasıl olur da yönetebilirdi. Nasıl baskın çıkabilirdi ‘O’ bana. dedi. Ya gerçek ben "Ben" değil de ‘O’ ise, ben ise hiç kimse isem. Ne yapacaktım artık ben. Alışmalıydım ‘O’ olmaya." Çünkü benim olmak istediğimden çok farklı bir kişiydi o. Herkesin olmak istediğinin dışında kimseye göstermek istemediği bir benliği yok muydu sanki? Kimisinin göstermek istemediği benlik erdemli tüm özellikleri içerisinde taşırken; kimisinin korkularını, öfke nöbetlerini barındırıyordu." anlattıklarına göre. Ama söylediği şey beklediğinden daha fazla etkilemişti beni. ? "Herkesin olmak istediğinin dışında kimseye göstermek istemediği bir benliği var mıydı ". Haklı olduğunu düşündüm. Gerçekten de tanıdığım tüm insanlarda gördüklerimin dışında başka bir kimlik, gösterdiklerinin dışında mutlaka ve mutlaka farklı bir benlikleri olduğunu görmüştüm şimdiye kadar.
O anlatırken sözünü kestim. Kimseye söyleyemediğim uçak korkumu anlattım ona. "Ben uçakla seyahat etmekten çok korkuyorum sebebini de bir türlü bulamıyorum" dedim. Sanırım sevdiklerimi geride üzüntü içerisinde bırakmaktan korkuyorum diye söyledim. Aslında sordum. Böyle birine sormaktan utanarak, söylediklerime cevap vermesini umarak sormak istedim. Ben de diğerlerinden çok farklı değildim aslında. Benim de egolarım vardı. Dışlanmaktan korktuğum sosyal bir çevrem, prestijli bir mesleğim vardı. Ama ne farkım kalmıştı şimdi, onu insan olarak dahi görmeyen diğerlerinden. Kendimden, insanlığımdan utandım. Cevap vermemesini diledim içimden. Fakat o beni yeniden utandırarak cevabı verdi.
"Özgür hissettiğin zamanlarda korku, korku hissettiğin zamanlar da ise özgürlük hissetmezsin" dedi ve bir daha konuşmadı. Ne demek istemişti. Haklı mıydı yoksa? Daha az özgür hissettiğim için mi korkmaktan kendimi alıkoyamıyordum. İnsanın ne çok korkusu vardı... Sonsuza dek tutacağımdan emin olduğum bir söz verdim kendime, başta dışlanmak olmak üzere korkularım uğruna bir daha asla insanlığıma sırt çevirmeyeceğime dair.
AĞZINIZA VE KALEMİNİZE SAĞLIK.
TEŞEKKÜR EDERİM.