Geçen yazımda İstanbul'un 1970 ve 1980’li yıllarının genel halini ve zorluklarını özetlemiştim. Beni bilen bilir ki, yaşamımda hiç bir konuya ve fikre sansür getirmediğim gibi, yekten yazar yada konuşurum. Kimseye de eyvallahım olmaz ve belki de olsaydı, bugün sahip olduklarım dışında hesabını bilemeyeceğim bir servetin sahibi olurdum. Neyse biz konumuza dönelim. Size bu yazımda İstanbul’un zampik hayatını yani zamparalarını ve onların metreslerini anlatacağım.
İstanbul büyülü şehir…
Belki burada doğup büyüdüm, havasını soluyup suyunu içtiğim için böyle düşündüğümü söyleyeceksiniz ama farklı ülkelerin vatandaşı olan dostlarımda aynı büyüye kapılıyor ve hatta sevgilileri ile buluşma noktası olarak bugün dahi İstanbul’u tercih ediyor ve yılda bir kaç defa İstanbul'a geliyorlar. Durum bugün böyle ama geçmişte de pek farklı değildi anlayacağınız. Hadi o zaman lafı fazla uzatmayalım ve başlayalım geçmişe yolculuğa.
Marko amca ile aynı binada otururduk. Pangaltı'da beyaz eşya mağazası vardı. Dönemin erkek modeli ince kaytan bıyık, kalın kaşlar, 1.75 boy, boynunda fuları ile karizmatik, havalı, altında Opel Admiral arabası. En farklı özelliği ise sokak gezmelerinde ön koltukta eşi arka koltukta metresi ile takılmasıydı.
Vahap dayı vardı, Karaköy perşembe pazarında rulmancı. Onun da kendine ait bir havası vardı. Ne zaman Kurtuluş Despina'da görsem kendisi ve eşi aynı masada oturur, eşinin arkasındaki masada yüzü Vahap dayıya bakan tek başına metresi Violet oturur. Vahap dayının kadehi her ikisine de kalkar ve inerdi.
Tokatlı Hüsmen ağa. İstanbul'a Tokat’tan 1940 yılında gelmiş Mahmutpaşa da mefruşatçılık işi ile uğraşırdı. Kendi evi Harbiye Hilton’un hemen girişindeki meşhur Kervansaray apartmanı. Metresi Aydan'ın evi tam karşı sırada biraz daha Pangaltı’ya doğru Notr Dam de Sion’un az ilerisinde Kızılırmak apartmanındaydı.
Bu örnekler o kadar çok ki satırlar yetmez anlatmaya ve siz de sıkılır yarıda bırakırsınız. O yüzden şimdilik üç tane ile yetinip, üç farklı yaşam ve üç farklı kültürü yazdım. Yahudi’si, Ermeni’si ve Türk'ü dahil hepsinin ortak noktası büyülü şehir İstanbul’un o afrodizyak kokusuna kapılmış kart zampara oluşları…
Kimi gizli yapıyor, kimi aynı arabada hep birlikte geziyor, kimdi çaktırmadan aynı meyhane de iki hatuna aynı anda kadeh kaldırıyor.
Bu üç kart zampara ve onlar gibilerin ortak özelliğiydi Çift Nal ya da Tadal şarküteriye gittiğinde hem kendi evine hem de metresin evine paket yaptırmak. Kendi evinin paketini şarküterinin çırağı, metresinin paketini ise kendileri götürür, iki muhabbet az biraz keyif hevesiyle fırsatı değerlendirirdi.
Tabi ben metres dediysem de siz sakın ha bugünkü gibi İnstagramda dudaklarını şişirip poz veren, ordayım burdayımcı silikonlularla asla karıştırmayın. Hepsi birer hanımefendi bir kaç lisan konuşabilen, oturmasını kalkmasını sofra adabının kralını bilen, sokakta yürüdüğü zaman değil konuşmak yanına gitmeye çekineceğiniz tarz ve güzellikte kadınlar hepsi.
Bazılarının eşi ölmüş, bazısı erken evlilik yapmış boşanmış ya da hayatın akışının ne getireceğinin belli olmadığı şekliyle, koca bir servet bir kıvılcım ya da dünya güzelliği bir sivilce yok eder misali çok zengin ve kültürlü bir aileden gelip Tokatlı Hüsmen ağa ya metres olmak da varmış kaderde demiş ama zarafetini hiç değiştirmemiş.
Bir de kolunda altın künye, göğsünde madalyon, üstünde ipek gömlek, altında kumaş pantolon, Fevzi’den alınmış ısmarla ayakkabı, ipek çorap, çorabın içinde Dupont çakmak ve Marlboro sigarası ile 230.6 Mercedes’li yapsatçı sonradan görme tayfa vardı. Bunlar damgalı eşek gibi zampara olduğunu belli eden tiplerdi.
Birçoğu yolun sağından gider, düşürürse günlük takılır bulamazsa Hisar pavyonda konsomatrisi kendine metres yapar. Onların bugünkü versiyonu, çorapsız ayakkabı, dar paça pantolon giyen tipler.
Ne konuşmayı bilir, ne de kadın zarafetini. Cebindeki para ile aşkı satın altığını zanneder. Hoş gerçi bir o kadar da ortalıkta böyle tipleri kovalayan ve kendine geçim kaynağı yapan kadınlar var.
Evet değişik bir şehir İstanbul 24 saat uyumayan. Bugün olduğu gibi eskiden de uyumazdı yani. Önce Tarabya Oteli’n de yada Büyükdere Sev Say’da beş çayı, Bebek Aşiyan yada Gazkonyalı Toma’da, Behiye Aksoy, Zeki Müren dinlemeler, sonra çıkışta Ateş Bari finalde Dolapdere Apik’de işkembe, sonrasında ise evi olan eve olmayan ya Maçka Otel ya Hilton’a, araba kullanacak hali kalmışsa da adres belli doğru Tarabya Oteli.
Telefon yok, İnternet yok nasıl buluşuyor ya da tanışıyorların cevabı da kolay. Bazı kadın terzileri yada kuaförler yada randevucular aracılığı ile Lüks Nerminler, Zurnikler yada kıyıda köşede bu işi yapan banka müdireleri bile vardı.
Bir banka reklamı vardı ya hizmette sınır yoktur . Hakikatten hizmette sınır yoktu.
Kalın Sağlıcakla
Nurhan bey,harika yorum.