Eski Otobüs Şoförleri

Daha binmeden hafiften bir mazot kokusunun genze dolduğu, içeri adım atar atmaz motorundan yayılan sıcağın yüze vurduğu, sekiz saati aşan yolculuklarda yolun nasıl biteceğinin düşünüldüğü, “söyleyin sevdiğim nerede” diye başlayan ve koridora yayılan müziğin gönül tellerimizi titrettiği, yola koyulur koyulmaz insana başka dünyaların sınırlarına yaklaşıyor olma heyecanı yaşatan ilk özgürlüklerimizdi otobüsler ve onları kullanan hepimizin kahramanı olan şoförlerimiz...

1950 ve 1960 lı yıllarda Malatya’da iki otobüs firması hizmet veriyordu. Bunlardan biri, Kantarcı ailesinin sahibi olduğu “Kantarcı Turizm” firması, diğeri ise Aksoğanoğlu ailesinin sahibi olduğu “Zafer Turizm” otobüs firması idi.

Kantarcı Turizm firmasına ait otobüsler Kışla caddesinde bulunan ve şu an yerinde İstanbulluoğlu iş hanının bulunduğu Kantarcı garajından kalkardı.

Zafer Turizm otobüsleri ise, Teze caminin hemen alt kısmında bulunan Hacı Ariflerin hanından kalkardı.

Kantarcı Turizm’in kullandığı ilk otobüsü Enter marka, Zafer Turizm’in ilk otobüsünün markası ise Chevrolet idi. Daha sonra Kantarci Turizm filosuna Volvo, Scania Vabis, Mercedes ve sonraki yıllarda Magirus marka otobüsler ilave etti. Zafer Turizm ise Skoda daha sonra Magirus ve 302 Mercedes marka otobüslerle hizmet verdiler.

Ankara, İstanbul seferleri başlamadan önce, Kantarcı Turizm, Elazığ- Malatya arasında, Zafer Turizm ise Gaziantep- Malatya arasında çalışırdı. Daha sonra her iki firma da Ankara seferlerine başladı. İstanbul seferi için uzun bir süre geçmesi ve otobüslerin daha modern hale gelmesi gerekecekti. ( Daha önceki yıllarda, İstanbul’a gitmek için sekiz kişilik, çift atlı, makaslı, üzeri ve yanları tenteli, küçücük pencereleri bulunan “yaylı” ya binilir, papur yolu denilen yol takip edilerek, Sivas’a ulaşılırdı. Daha sonra geceleri bitli pireli, tahtakurulu hanlarda kalarak, Samsun’a ulaşılır, orada üç dört gün vapur bekledikten sonra 18-20 gün içinde İstanbul’a ulaşılırdı.)

Malatya-İstanbul direk otobüs seferlerinin başlaması, size garip gelebilir ama, Magirus Deutz marka otobüslerin çıkmasına yani 1966-67 yıllarına denk gelmektedir. İlk olarak Zafer Turizm, İstanbul seferine başlamış, bir müddet sonra da Kantarcı Turizm İstanbul seferlerine başlamıştır. (O yıllardan bir radyo reklamı hatırlatayım. Radyodan zzzzttt diye bir ses ve ardından “ ne geçti Magirus geçti”)

Kantarcı Turizm firması, 1960 lı yılların başlarında Elazığ’da otobüs firması bulunmadığı için seferlerine Elazığ’dan başlar, Elazığ yolcularını alıp Malatya’ya gelir, Malatya’dan da yolcuları alarak Ankara’ya hareket ederdi. Yani iki şehrin yolcusu ancak bir otobüsü doldururdu.

Bu nostaljik bilgilerden sonra o yılların önemli mesleği şoförlükten ve o dönemin şoförlerinden bahsedeyim.

Şoförlüğün kıymetli olduğu, yıllardı o yıllar. Şoförlerin parmakla gösterildiği yıllardı...

Otobüsler de şimdiki gibi çift şoför çalışmazdı.

Rahmetli babam anlatırdı;

Yıl, 1960, Malatya- Kayseri- Kaman- Gölbaşı -Ankara yolu o yıl hizmete açılmıştı. Şahin Usta (Havlucu) isimli bir şoförümüz var ve Ankara’ya gidiyor. O günkü yolların kalitesini anlatmak için, otobüslerin virajları almak için manevra yapmak zorunda kaldıklarını, yani tek seferde dönemediklerini, muavinlerin inip takoz üstüne takoz koyduklarını belirteyim. Çoğu yerde de iki araç yan yana geçemezdi.

Üstelik Koca koca otobüsler tahtadan yapılmış derme çatma köprülerden geçerek yol alıyordu. Çoğu zaman gelen sel suları köprüyü önüne katıp götürür, şoförler köy yollarından geçerek ana yola ulaşırlardı.

Hele kış mevsiminde Uzun yayla’yı geçmek her şoförün harcı değildi.

Scania-Vabis marka burunlu otobüslerle eski yoldan Elazığ’a üç saatten önce gidilemediğini söylersem ayrıca otobüslerde kaloriferin dahi olmadığı düşünülürse, (Daha sonraki yıllarda, egzoz borusu, uzatılarak otobüsün içinden geçirilmiş ve kalorifer eksikliği bu şekilde giderilmişti) eski yolculuklar hakkında bir fikir sahibi olabilirsiniz diye düşünüyorum.

Çocukken ben de bizim otobüslerle Elazığ’a giderdim. Vabis marka araçların motoru önde olduğu için ön kısımda bir çıkıntı oluşmuştu. Onun için bu tip otobüslere burunlu denirdi. Motorun bir bölümü de şöförün yanına kadar uzanır ve üzeri kamufle edilirdi. İşte benim yerim bu motor kaputunun üzeriydi. Yol o kadar uzun gelirdiki mola verme ihtiyacı doğardı. Kömürhan köprüsünün çıkışında “Veli Palas” denilen yerde yemek ve ihtiyaç molası verilir, yolcular burada yağlanmış eşkileme ekmeği, yağda yumurta, kavurma, tere yağı, bal gibi yiyecekleri yiyip yola öyle devam ederelerdi

Yolcu bagajları şimdiki gibi otobüslerin alt kısmında değil, araçların üzerindeydi. Eski şoförler bu durumu sanki otobüsün üstünde bir otobüs daha var gibi diyerek izah ederlerdi. Bu ağırlıkla savrulmadan virajlara girmenin zorluğunu bir düşünün lütfen.

İşte bu yollarda tek şoför olarak çalışan Şahin Usta’nın sabaha karşı Kaman yakınlarında uykusu gelince müsait bir yere çeker ve durur. Yolculara uykusunun geldiğini ve biraz uyuması gerektiğini söyledikten sonra arkaya geçer ve yatar. Otobüste çıt çıkmaz çünkü ustanın uykusunu alması gerekmektedir. Konuşan biri olursa yolcular ikaz eder” ustayı rahatsız etme ki uykusunu alsın”.

Bir kaç saat sonra, Şahin Usta uykusunu alır, uyanır elini yüzünü yıkayıp, direksiyona geçer ve Ankara’ya doğru yola devam eder...

1950 li yıllarda Çayırağası firmasında muavinlik yapan daha sonra Kantarcı Turizmde Vabislerin şoförlüğünü yapacak olan Zibillik Yusuf lakaplı Yusuf Yalçın’ın anlattığı ilginç bir olayı nakledeyim:

“Fındıklı Toros ve Çayırağası firması rekabete girmişler ve fiyatları iyice düşürmüşlerdi. Bu firmalar için yol güzergahındaki ördek tabir edilen yolcuları toplamak kar açısından çok önemliydi. Bu yüzden hem hızlı gitmek hem de yolda durmamak çok önemliydi. Çünkü durunca rakip firma avantajlı duruma geçiyordu. Genelde Sürgü ve Erkenek de inecek yolcular olurdu. Bunlar için otobüs durmaz ancak yavaşlardı. Otobüs yavaşlayınca inecek yolcular arka kapıya gelir, ben de arka kapıyı açar ve ..ıçlarına bir dekmik vurur arabadan atardım”...

Öyle ilginç hikayeler vardır ki duyunca inanasınız gelmez. Yine bir Ankara seferinde, şoförümüz arka taraftan gelen bir koku hisseder. Muavini çağırır ve bir oda spreyi verir. “Oğlum arkada bir koku var, bu spreyi sık” der.

Muavin en arkadan başlayarak işe koyulur, bu arada kokunun kaynağını da araştırmakla meşguldür. Arka beşlide oturan bir vatandaş ayakkabılarını çıkarmış, bağdaş kurmuş ve evinde oturur gibi sere serpe oturmaktadır. Kokunun kaynağını bulan muavin, önce havaya doğru sıktığı spreyi bu kez o yolcunun üstüne doğru ve bol miktarda sıkar. Bunu gören yolcu safça şöyle der;

“Mavin beg, sen yanliş yapiyorsin, sen bizde bit mi var saniyorsin” ...

O zaman ki şoförlerin bir lakabı da “Usta” idi. Çünkü gerçekten usta idiler. Motor konusunda uzmanlardı. Yolda kalmak, tamirci çağırmak diye bir şey söz konusu olmazdı.

O imkansızlıklar içinde öyle ilginç şeylerden yedek parça! yaparlardı şaşardınız. (Don lastiği, saç tokası, firkete, sıgara jelatini ve içindeki alüminyumlu kağıt vs)

Bizim Çağa Sait diye bir şoförümüz vardı ve tek başına motor indirirdi.

O dönemler, yolcu ve şoför arasında değişik bir ilişki vardı. Yolda fıkralar anlatılır, sesi güzel yolcular şarkı söyler kısacası gülüşügünen neşe içinde bir yolculuk yapılırdı.

Zafer Turizm’in şoförlerinden, Hım hım Mamılo’nun başına İzmir seferinden dönerken bir olay gelir.

Afyon’dan sonra yol üçe ayrılmaktadır. Yolun biri Ankara’ya öteki Eskişehir istikametine gitmektedir. Düz gidildiğinde de yol sizi Sivrihisar’a götürmektedir.

Saat gece yarısına yaklaşmışken şöför Hım Hım Mamılo, Ankara yoluna dönecekken bir anlık dalgınlıkla Sivrihisar yoluna girer. İşin tuhafı kendiside yanlışlığın farkında değildir. Bir süre sonra Sivrihisar’ın caddelerinde bulur kendini ve karşısına Sivrihisar’ın kayalıkları çıkınca durur el frenini çeker ve yolculara dönerek;

“Sayın yolcular, buraya kadar, maalesef yol bitti” der.

Yine Zafer Turizm’in efsanevi şoförlerinden Vedat Ezen’in başından geçen bir olayla noktayı koyalım;

“Düzce’de sahur yemeğini yedikten sonra yattım. Otobüsün uzun süre durduğunu hissettiğim için kalkıp yedek şoföre neden durduğumuzu sordum. Aldığım cevap ilginçti: “Herkes duruyu ben de duruyum usta”.

Otobüsten inip oradaki polise neden durduğumuzu sordum. Meğer, aşırı yağış ve selden dolayı gidiş yolunun bir bölümü çökmüş, dolayısıyla İzmit- Hereke arası yol kapalıymış. Bir süre bekledikten sonra, direksiyona geçip otobüsü ters yöne çevirdim, İzmit tarafına doğru hareket ettim. Yalova yol ayrımının oralardan girilen eski bir yol vardı. Amacım o yoldan İstanbul’a ulaşmaktı. Daha doğrusu o kapalı olan yolu by- pass etmekti.

Zar zor eski yolu buldum, köylerin içinden geçerek amacıma ulaşıp İstanbul yoluna çıktım. Harem’e geldiğimde herkesin ağzı bir karış açık bana bakıyorlardı. Akşam tekrar yolcuları alıp Malatya’ya doğru yola çıktım. İzmit’e vardığımda araçlar hala bekliyordu. Beni görünce bu defa onlar şaşırdılar. Nereden geliyorsun sen diye hayretle sordular. İstanbul’dan geliyorum dediysem de inandıramadım. En son inanmazsanız yolculara sorun deyince inandılar.”...

Eski şöförler gerçekten yaratıcı insanlardı...

Şu anda bu yazıyı okuyanların bir çoğunun yolculuk ettiği, bir çoğunuzun anısı olduğu, ismini duyunca anımsayacağınız, bir çoğu rahmetli olan eski şöförlerimizi bir bir hatırlayalım.

“Çağa Sait”, “Kaşı beyaz Alaaddin”, “Arif Vaizoğlu”, “Halit Çakır”, ”Zibillik Yusuf” (Yusuf Yalçın), “Topal Hacı”, “Kuşcu Sait”, “Kayseri’li Yılmaz” (Yılmaz Sertkaya), “Sarı Cemil”, “Kaymakam Memet” (Mehmet Şentürk), “Başaranlar’ın Tahsin”, Bayram usta ( Bayram Yiğitvar), “Çerkez Mahmut”, “Çerkez Ünver” (Ünver Öztürk), “Vahdet Usta”, “Sürgülü Şerif Usta”, “Hafız Mehmet”, “Şişko Mehmet” (Mehmet Gucur), “Ali Barut”, “ Altın diş, (Vedat Ezen)”, “Şişko Bekir”, “Çomo Talip” (Talip Kocaer), “Gazocakçı Erol”, “Nihat Şenol”, Palolu Derviş, “Palolu Ramazan”(Ramazan Yıldız), “Veli Kalkan”, “Serkis Usta”, “Halime’nin oğlu” (Turan Kıllıer), “Toprakçı Memet”, “Reo Hacı” (Hacı İkiz), “Çırmığhtılı Metin”, “Kayseri’li Yavuz” (Yavuz Sertkaya), “Patlak Hüseyin “, “Hım Hım Mamılo”, “Gavur Ahmet” (Ahmet Tuncay), “Ruşen Tuncay”, “Ganbur Memet”, “Vahit Barut”, “Havlucu Şahin”, “Çelikhanlı Ali”, “Pehlivan İsmet” (İsmet Sağlam), “Hoca İsmet”, ”Hüseyin Kalkan”, “Veli Kalkan”, “Topal Adil”, “Nahit Barut”, “Vahap Danacı”, “Pala Vahap”, ”Aşağışeherli Sami”,(Sami Süzer) “Palolu Mehmet Ateş”, “Bozo Musa”, “Holo Mehmet”, “Efe Memet”, “Çağa Mamo”, “Amerikalı Memet”, “Kıro Vedat”, “Topal Memet”, “Efendi Mustafa”, Sürgülü Celal”, “Vahdettin Gönüllüoğlu”, Kırşeherli Hacı Ahmet, “Efe dayının oğlu Faruk”, “Aşağışeherli Kemal”( Kemal Mutlu), “Dursun Kutlu”, Ali Çolak”, “Hacı Tural”, “Hırnikli Kadir”, “Hüseyin Kurnaz”.

Bir de anılması gereken meşakkatli yolculukların çilekeş muavinleri vardı. O yıllarda bunların çoğu okuma yazma bilmedikleri için ehliyet alma şansı bulamamış yaşı da bir hayli geçkin insanlardı. “Kel Hasen, Tacettin dayı” ve Elazığa, Elazığa nidaları şehri titreten, aldığı iki açık ekmeği dürüm yapıp üçüncü ekmeğe katık eden! “Gorel” bunların başlıcalarıydı...

Her ne kadar meşakkatli olsa da sanırım içinden dağların, tepelerin, nehirlerin, göllerin, ovaların, geçtiği hiç bitmeyecekmiş gibi kıvrılan yolların olduğu, en çok da bu yollarda kurduğumuz hayallerin gerçeğe yaklaştığı uzun yolculukları özlemişim.

Zaten yaşam da uzun bir yol hikayesi değil mi?

Selam olsun bu yol hikayesinin kahramanlarına...

YORUM EKLE