Milli Savunma Bakanı Akar, Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda konuştu

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 12’nci Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’na Ankara’dan video telekonferans yöntemiyle katıldı. Bakan Akar, “Türkiye ve ABD, köklü ve stratejik öneme sahip ilişkiler içerisindedir. 70 yıla yakın bir süredir de iki ülke birbiri için değişmez birer müttefiktir” dedi.

Milli Savunma Bakanı Akar, Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda konuştu

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 12’nci Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’na Ankara’dan video telekonferans yöntemiyle katıldı. Bakan Akar, “Türkiye ve ABD, köklü ve stratejik öneme sahip ilişkiler içerisindedir. 70 yıla yakın bir süredir de iki ülke birbiri için değişmez birer müttefiktir” dedi.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 12’nci Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’na Ankara’dan video telekonferans yöntemiyle katıldı. Forumda soruları cevaplayarak açıklamalarda bulunan Bakan Hulusi Akar, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler yaşanan birkaç olay ile teste tabi tutulmuştur. Yeni gelen ABD yönetimi ile Türk ve Amerikan ilişkilerinin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna Bakan Akar, “Türkiye ve ABD, köklü ve stratejik öneme sahip ilişkiler içerisindedir. 70 yıla yakın bir süredir de iki ülke birbiri için değişmez birer müttefiktir. İlişkilerimizde inişler ve çıkışlar olmasına ve hatta bazen çok net fikir ayrılıkları içerisine düşmemize rağmen, unutmayalım ki uzun zamandır bir iş birliğimiz ve diyalog aracılığıyla sorunların üstünden gelebilme yetimiz var. Kore, Somali, Balkanlar, Afganistan ve dünya genelinde farklı coğrafyalar da dahil olmak üzere hepsinde yakın bir şekilde, omuz omuza çalıştık. Bugün de aynı şekilde çalışmaya devam ediyoruz. Aslında, Türkiye’nin birçok konuda kararlı duruşu düşmanları ve teröristleri caydırma konusunda oldukça faydalı olmuştur” dedi.

Bakan Akar, “Ortak ve yoğun gündemimizdeki güncel başarılı iş birliği faaliyetlerimizin çoğu, içine düştüğümüz ihtilafların öne çıkarılmasından dolayı fark edilmiyor. Misal, bir süredir Avrupa ve Karadeniz’de ABD’ye ait olan Bombardıman Görev Gücü tarafından yürütülen görevleri düzenli olarak destekliyoruz. İnanıyoruz ki küresel ve bölgesel seviyedeki mevcut sorunların üstesinden gelinebilmesi için transatlantik bağlarla birlikte ikili ilişkilerimizin de güçlendirilmesi ve daha ileriye götürülmesi gerekmektedir.

Yeni ABD yönetimindeki meslektaşlarımız ile de yakından çalışmayı diliyoruz. Bilinen bazı sorunların Türk-Amerikan ilişkilerine gölge düşürdüğü de aşikardır. Örnek verecek olursak, S-400 tedariki büyük bir sorun teşkil etmiştir. Bu konuda niyetimizin yalnızca 83 milyon Türk vatandaşına ve ülkemize, hava ve füze savunması sağlamak olduğunu belirtmek istiyorum. Bu safhaya uzun, açık ve şeffaf bir tedarik sürecinden sonra geldik. Başka ne yapmamız beklenmiştir? Ek olarak, F-35 teknolojisinin güvenliği Amerika Birleşik Devletleri için olduğu kadar Türkiye için de kesinlikle önem arz etmektedir. Biliyoruz ki ABD bu konu ile ilgili endişelere sahip ancak biz bu endişeleri gidermek için hala istekliyiz. Her ne olursa olsun, 70 senelik iki müttefik arasındaki anlaşmazlıkları ele alırken uygun olmayan bu tehditkar dilden ve yaptırım söylemlerinden kaçınmalıyız.

Bu engelleri ortadan kaldırmanın bir yolunu bulur bulmaz, yeni küresel paradigmadan kaynaklanan yaygın riskler ve fırsatlar hakkında konuşmaya odaklanabiliriz. Bazen bir konuyu ele alma şekli gerçeklerin üzerini örtebilir ve sonuç olarak da yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Transatlantik bölge de dahil olmak üzere Türkiye geniş bir alanda oldukça elzem bir rol almaktadır. Küresel bir güç olan ABD’nin ve bölgesel bir güç olan Türkiye’nin birbirlerini tamamlamaya devam edeceğine inanıyorum. Sonuç olarak, ortak değerlerimize ve uzun süreli ortak ilgilerimize dayanan ittifak bağlarımızın, barış ve güvenliğe önemli katkılarda bulunmaya devam edeceğine inanıyorum” ifadelerine yer verdi.

"Türkiye NATO üyesi olan bir ülkedir ve transatlantik savunma yapısının da bir parçasıdır. Gerçekleşen son gelişmeler, NATO’nun önemi açısından Türkiye’nin bakış açısını nasıl etkilemiştir?" Sorusuna Bakan Atar, “Tarihteki en başarılı ittifak olan NATO’nun hiç olmadığı kadar aktif ve canlı olduğuna bütün kalbimizle inanıyoruz. NATO başarılı bir şekilde çeşitli tehditlere karşı durmaya ve aynı zamanda onları şekillendirmeye devam ediyor. Türkiye 70 yıla yakın NATO üyesi bir ülke olarak, Türkiye Avrupa-Atlantik güvenliğine asli katkılarda bulunmuştur. İttifak, savunma ve güvenlik politikamızın yapıtaşını oluşturmaktadır. Türkiye, NATO’nun görevlerine ve operasyonlarına askeri birlik katkısında bulunan ilk beş, aynı zamanda da finansal destekte bulunan ilk sekiz ülkenin içindedir. 30 ülkeden oluşan İttifakta farklı görüş ve yaklaşımların olması ise oldukça normaldir. NATO’nun gücü, İttifakın iyiliği için farklılıkların üstesinden gelme yetisinde yatmaktadır. Türkiye ise İttifakın bütün değerlerini ve sorumluluklarını paylaşarak, operasyon ve tatbikatlarda bütün yükümlülüklerini yerine getirerek NATO’nun merkezinde yer almaktadır. Takdir edersiniz ki bu oldukça büyük bir sorumluluktur. Her şeyden önemlisi Türkiye’nin önceliği, İttifakın müttefikleri ile dayanışma ve işbirliği içerisinde olarak bütün sorunlara karşı çözüm üretmektir. Bu kapsamda; müttefik ülkelerden karşılıklı dayanışma, işbirliği ve anlayış bekliyoruz” diye yanıt verdi.

"Uzun bir süredir terör örgütlerine karşı mücadele veren bir ülke olarak, Türkiye’nin teröre karşı savaşında son durum nedir?" Sorusuna ise Akar, “Mevcut güvenlik ortamı hiç olmadığı kadar hareketli ve tahmin edilemez bir durumdadır.

Özellikle, terör örgütlerinin iktidar boşluğundan ve kargaşadan yararlanmaya devam edebileceğine yönelik endişelerimiz var. Şu an, Gülenci terör örgütü olan FETÖ’ye ek olarak, DEAŞ ve PKK olarak da bilinen YPG’ye karşı devamlı bir mücadele içerisindeyiz. PKK, 40 bin insanın ölümünden sorumlu olan bölücü bir terör örgütüdür. PKK, terör örgütü listelerinin hepsinde vardır. YPG, PKK’nın Suriye koludur. Bu en önemli konudur. YPG eşittir PKK, her türlü kötü ve baskıcı eylemde bulunmuştur. Bu eylemler sonucunda yaklaşık 400.000 Kürt Türkiye’ye, 350.000 kişi ise Irak’a kaçmıştır ve 1,5 milyon Kürt kendi ülkesi içinde yerlerinden edilmiştir. Maalesef, bazıları bu terör grubunu “Kürtler” olarak adlandırıyor. Bu oldukça yanlıştır. Aslında YPG, en büyük zulmü Kürtlere yapmaktadır. Bu terör örgütünü Kürtlerle ilişkilendirmek de Kürt halkına yapılan en büyük hakarettir. DEAŞ’ın Müslümanları temsil etmediği gibi PKK = YPG de Kürtleri temsil etmemektedir.

DEAŞ’tan bahsetmişken, öncelikle Türkiye’nin bu gaddar terör örgütüne karşı mücadelede ön planda olduğunun altını çizeyim. DEAŞ’e karşı Koalisyon çalışmalarına aktif olarak katıldık ve bedelini ağır bir şekilde ödedik. Bu nedenle DEAŞ, Türkiye’ye saldırdı ve 600’e yakın masum Türk vatandaşının hayatını kaybetmesine neden oldu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin DEAŞ ile karşı karşıya savaşan tek Müttefik Ordusu olduğunu vurgulamalıyım. Tek başına Türkiye, hem Suriye hem de Irak’taki en radikal DEAŞ militanlarının yaklaşık 4.000’ini etkisiz hale getirdi. Ayrıca 76.000 Yabancı Terörist Savaşçının Türkiye’ye girişini engelledik ve 7.500’ünü iade ettik. Ancak DEAŞ ile mücadeleye yönelik tüm bu çabalara rağmen maalesef manipülatif iddialara ve çeşitli kaynaklardan propaganda amaçlı yayılan dezenformasyonlara şahit olduk.

Aynı zamanda Gülenci terör örgütü FETÖ de Türkiye’ye yönelik en ciddi tehditlerden biridir. Bu, küresel erişimi, hırsları ve yöntemleri bakımından emsali olmayan gizli bir terör örgütüdür. Bu terör örgütünün oluşturduğu güvenlik tehdidini anlamak için, öncelikle 251 Türk vatandaşını öldüren ve 2193’ü yaralayan 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere, eylemlerinin büyüklüğüne bakmak gerekir. Yöntemleri tüm dünyada aynıdır. Küresel ekonomik ve siyasi nüfuzlarını genişletmeyi hedeflerler ve faaliyet gösterdikleri her ülke için doğrudan bir güvenlik tehdidi oluştururlar. Özetle, her türlü terör örgütüne karşı mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir” dedi.

"ABD’nin Afganistan’dan askeri güçlerini çektiğini açıklayan son duyurusunun ışığında, Türkiye’nin Afganistan’a olan katkıları açısından geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce etkilenecekler midir?" Sorusuna Bakan Akar, “Türkiye’nin Afganistan ile bağları uzun bir süredir devam etmektedir. İşbirliği geçmişimiz 1920’lere dayanmaktadır. Bu da Afganistan’ın Türkiye için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Afganistan’da binden fazla geliştirme ve yeniden yapılandırma projesi gerçekleştirdik. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere yönelik kalkınma yardımlarımızın toplam tutarı 1,1 milyar doları aşıyor. Afganistan’a yönelik bölgesel işbirliğini teşvik etmek için de çaba sarf ediyoruz. Türkiye olarak Afganistan’ın güvenliğini 2001 yılından bu yana NATO / ISAF görevleri ile iki taraflı olarak desteklemek için aktif bir şekilde çalışıyoruz. Barış sürecini tamamen destekliyoruz, ancak mevcut şiddet düzeyi nedeniyle temkinli davranıyoruz. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Hepimiz Afganistan’ın teröristler için güvenli bir liman olmaması yönünde hemfikiriz. Cesur çabalarına rağmen, Afgan Ulusal Ordusu önemli kayıplar vermeye devam ediyor. Özünde, NATO’nun Afganistan’daki varlığı, sadece sahadaki birliklerden ibaret değildir, aynı zamanda barış sürecini de destekler bir konumdadır. Bize göre, Afganistan’dan acele bir şekilde geri çekilme, son 20 yılda elde edilen tüm kazanımları riske atabilir. Her halükarda, Türkiye’nin misyona ve Afganistan halkına bağlılığı değişmeyecek. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın da belirttiği gibi, Afgan halkı istediği sürece Afganistan’da kalmayı planlıyoruz. Nihai umudumuz, müreffeh, barışçıl ve Asya’nın kalbinde kendine güvenen, teröristlerden arındırılmış egemen bir Afganistan’dır” ifadesini kullandı.

"Son gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik stratejisi nedir?" Sorusuna Akar, “2011’den bu yana Suriye’deki durum gittikçe kötüleşti. 2. Dünya Savaşından bu yana bölgedeki en kanlı çatışma haline geldi. En başından itibaren müttefiklerimizi ve dostlarımızı bunun bir bataklık olacağı konusunda uyardık. Türkiye olarak çatışmanın en başından beri Suriye halkının yanında yer aldık. Etnik kimlikleri veya inançları ne olursa olsun, Ezidiler, Araplar, Hıristiyanlar, Süryaniler ve diğerleri dahil milyonlarca Suriyeli ve Iraklı mülteciyi kucakladık. İnsani trajedileri ve bölücü hedefleri engelledik. Son dört yıldır Suriye’nin kuzeyinde sınırlarımızı ve vatandaşlarımızı korumak, terörizm tehdidini ortadan kaldırmak, düzensiz göçü durdurmak ve yerlerinden edilmiş Suriyeliler için güvenli bölge oluşturmak amacıyla dört operasyon gerçekleştirmemiz kaçınılmaz oldu. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın defalarca vurguladığı gibi, bölücü terör örgütü PKK eşittir PYD/YPG’nin sınırlarımız boyunca bir terör koridoru kurmasına izin vermeyeceğiz.

Bildiğiniz gibi Türkiye halihazırda 3,7 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Suriye içinde yerinden edilmiş 4 milyon kişiye daha yardım sağlıyoruz. Takdir edersiniz ki, bu sadece kendi menfaati için değil, aynı zamanda Avrupa ve uluslararası toplum için de Türkiye’nin omuzladığı önemli bir yüktür. İdlib’de Mart ayında Türkiye’nin çabalarıyla ilan edilen ateşkes, oradaki şiddeti ve acıyı büyük ölçüde azalttı. Bununla birlikte, Türkiye’ye ve ötesine kitlesel mülteci akışına neden olabilecek Rejim saldırılarının sahip olduğu ciddi potansiyele çok dikkat etmeliyiz. Türkiye’nin yaşamı normalleştirmeye yönelik kapsamlı çabaları ve yardımlarının bir sonucu olarak, büyük bir insani kriz önlendi. Ve 1 milyondan fazla insan güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde topraklarına ve evlerine döndü. BM önderliğindeki siyasi süreci sıkı bir şekilde destekliyoruz. Nihayetinde komşumuz olan Suriye’yi istikrarlı, demokratik, siyasi ve bölgesel olarak birleşmiş bir şekilde görmek istiyoruz” diye cevap verdi.

"Libya’daki gelişmeler, BM öncülüğündeki diyalog süreci ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Türkiye’nin Libya’ya bakışı nedir?" Sorusuna ise Bakan Akar, “Libya’nın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması yol gösterici ilkelerimizdir. BM tarafından tanınan, yasal Libya hükümetini - Milli Mutabakat Hükümeti’ni (MMH) destekliyoruz. Hafter güçleri 2019’da Trablus’a yönelik saldırılarını yoğunlaştırdıktan sonra, MMH beş ülkeden destek istedi. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye, olumlu cevap veren tek ülke oldu. Bu davet ve ikili anlaşmamız kapsamında Libya hükümetine eğitim, yardım ve danışmanlık desteği sağlıyoruz. Aslında, Hafter güçlerine karşı yardım eden ve ağırlığını ortaya koyan tek ülke Türkiye idi. Hafter’in yürüttüğü acımasız saldırı kampanyasının Libya için yıkıcı sonuçları oldu. Paralı gruplar tarafından desteklenen Hafter kuvvetleri, hastaneleri, limanları, havalimanlarını, okulları, elçilikleri, yerleşim alanlarını ve tıbbi malzeme depolarını ayrım gözetmeksizin bombaladılar. Siviller tıbbi tedaviye ihtiyaç duyduklarında ve Covid-19’dan muzdaripken bile Trablus’un su ve elektrik kaynağını kestiler. Mart ayının sonunda, MMH bir karşı saldırı harekatı başlatmak zorunda kaldı. Hafter güçleri Trablus’tan çekilirken geride kara mayınları ve patlayıcılar bıraktı. İnsani yardımımızın bir parçası olarak, Hafter güçleri tarafından döşenen mayınları ve EYP’leri temizlemenin yanı sıra bir hastane yönetiyoruz. Desteğimizle birlikte, Libya Hükümeti’nin Hafter güçlerinin saldırılarına karşı güçlü direnişi daha fazla kaosu önledi. Bu, ülkedeki düşmanlıkları kalıcı bir siyasi çözümle sona erdirmek için değerli bir fırsat sağladı. Libya Hükümeti’nin çağrısına Türkiye cevap vermemiş olsaydı, Hafter güçlerinin çekilmesinden sonra bulunan toplu mezarlar insani bir trajedinin yaşanmış olabileceğine dair sağlam kanıtlar sunuyor. Hafter ve dış destekçilerine bu fırsatın sunulmasına izin verilmemelidir. Bu destek Libya’da barışın önündeki en büyük engel olmuştur. Devamlı bir ateşkes ve kapsamlı bir siyasi süreç gerçekleştirmek için Birleşmiş Milletler tarafından yönetilen barış çabalarını destekliyoruz. Hem Suriye’de hem de Libya’da muhtemel insani trajedileri ve daha fazla mülteci akışını önleyen ülkenin Türkiye olduğunu belirtmek isterim” dedi.

"Doğu Akdeniz’de birtakım karmaşık sorunların olduğunu belirterek, Türkiye’nin temel yaklaşımı ve beklentisi nedir?" Sorusuna verdiği cevap ise, “Maalesef Doğu Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde bir takım çözülmemiş anlaşmazlıklar var. Bu anlaşmazlıkların özünü, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türklerin egemenlik haklarını ihlal eden aşırı ve tek taraflı iddiaları oluşturmaktadır. Örneğin, Ege Denizi’nde Yunanistan, adaların askerden arındırılmış statüsünü baltalayarak birtakım uluslararası anlaşmayı ihlal etmiştir. Ayrıca, Yunanistan 6 mil karasuları talep ederken, hava sahası söylemi ise 10 mildir. Bu, şimdiye kadar hiç görülmemiş bir yaklaşımdır ve dünyada yalnızca Yunanistan tarafından iddia edilmektedir. Bu aynı zamanda sözde hava sahası ihlalleriyle ilgili iddialarının da bahanesidir. Aslında sadece Türkiye değil, bazı ülkeler de Yunanistan’ın tutarsızca davrandığını kabul ediyorlar. Türkiye, yaklaşık 2 bin kilometre uzunluğuyla Doğu Akdeniz’deki en uzun kıta kıyı şeridine sahiptir. Ancak Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar kendi deniz sınırı iddialarını empoze etmeye çalışıyorlar, bu nedenle de Türkiye’yi net bir şekilde kendi kıyılarıyla sınırlamaya çalışıyorlar. Ayrıca Yunanistan, sadece 10 kilometrekarelik bir alana sahip küçük bir ada için 40 bin kilometre karelik kıta sahanlığı talep ediyor. Bu ada, Yunan anakarasına yaklaşık 600 km uzaklıktadır. Bu tür iddiaların ne gerçekçi ne adil ne de kabul edilebilir olduğu açıktır. Nitekim hem ABD hem de AB, Yunanistan’ın iddialarını dayandırdığı haritanın hukuki bir değeri olmadığını belirtmiştir.

Türkiye’nin herhangi bir ülkenin meşru hak ve çıkarlarını ihlal etme gibi bir niyeti olmadığının da altını çizmeliyim. Bununla birlikte, Türkiye, hem kendi hem de Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarına zarar verme girişimlerine karşı doğal olarak kararlı duracaktır. Gerçekten de, 2004 yılında BM’ye kayıtlı olan kıta sahanlığımızda sismik araştırma faaliyetlerine başlamak için çok sabırlıydık ve on yıldan fazla bir süredir bekledik.

Farklılıklara rağmen, Türkiye olarak Yunanistan ile çözülmemiş tüm sorunların uluslararası hukuk, iyi komşuluk ilişkileri, karşılıklı iyi niyet, saygı, diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesinden yana olduğumuzun altını çizmek isterim. Bu nedenle NATO’nun çatışmayı önleme mekanizmasını ve Almanya’nın diplomatik girişimlerini memnuniyetle karşıladık.

Herhangi bir önkoşul olmaksızın çözüm bekleyen bütün konular için Yunanistan ile köklü bir diyaloğa hazırız. Türkiye, diplomatik girişimlerle iyi niyetini defalarca göstermiştir.

Keşif görüşmeleri, Kıbrıs adasında eşit gelir paylaşımı çağrısı ve Doğu Akdeniz üzerine bölgesel bir konferans fikri, sunduğumuz somut önerilerdir. Dostlarımızdan ve Müttefiklerimizden tek istediğimiz, Yunanistan’ın iddialarına ve uygulamalarına yanılgı veya önyargı olmaksızın mantıksal ve objektif kriterler ışığında bakmaları; onları Türkiye’nin meşru, makul ve sağduyu yaklaşımıyla karşılaştırmalarıdır.”

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER