Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, hibrit tehditlerin, günümüz dünyasında rekabetin, mücadelenin ve savaşın yeni yöntemleri olarak öne çıktığını belirterek, "Hibrit tehditlere karşı koyabilmek için ulusal güvenlik ve savunma mekanizmalarını reforme etmek, esnek ve çok yönlü mücadele stratejileri üretmeliyiz" dedi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İsrail’in faşist bir propaganda yöntemi uygulayarak gazeteciler, sağlık çalışanları, kadınlar ve çocuklar yanında esasında hakikati de katlettiğini belirterek, "Faşist propaganda geçmişte komünistleri ve Yahudileri hedef aldı. Şimdi faşizmin küresel düzlemdeki temsilcisi konumundaki Siyonist aktörler İslam’ı ve Müslümanları öcüleştirmekte, onlara karşı sistematik bir kara propaganda faaliyetine girişmektedir. Evet İsrail tam anlamıyla bir faşist propaganda yöntemi uygulamaktadır. Bugünün faşistleri dünün faşist propaganda yöntemlerini aynen tekrar etmekte, geçmişte Yahudileri kurbanlaştıranlar, bugün Müslümanları kurban haline getirmeye çalışmaktadırlar. Dahası, bugün kurbanın kendini kınaması, dünyanın da bu zulme karşı sessiz kalması beklenmektedir. Beklendiği gibi biz bu zulmü alkışlamayacağız. İsrail’in zulmü karşısında hakikat ve adalet mücadelemizi vermeye devam edeceğiz" diye konuştu.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Uluslararası Stratejik İletişim Zirvesi’nın (STRATCOM) açılış konuşmasını yaptı.
STRATCOM’un herkesin bildiği gibi sadece yılda bir düzenlenen bir zirvenin olmadığını belirten Altun, amaçlarının, çok açık ve net olduğunu belirterek, Türkiye’yi stratejik iletişim alanında küresel bir etkileşim merkezi, marka haline getirmek olduğunu belirtti.
Bu amaç doğrultusunda uluslararası alanda stratejik iletişim alanında başarılı çalışmalar yapan kişi ve kurumlarla karşılıklı tecrübe ve bilgi alışverişinde bulunmaya çalıştıklarını belirten Altun, zirvenin bu yılki temasının tehditlerle mücadele olduğunu kaydetti. Üç ana kavramları olduğunu kaydeden Altun bunların istikrar, güvenlik ve dayanışma olduğunu belirtti. Bugün dünyanın büyük bir kırılmanın eşiğinde olduğunu ifade eden Altun, "Bildiğimiz dünyanın sonuna geldik. Evet, Immanuel Wallerstein öyle diyordu. Bildiğimiz dünyanın sonu diye. Yine diyordu ki Wallerstein ’Ben karanlık bir ormanın ortasında olduğumuza ve ne yöne gitmemiz gerektiği konusunda yeterli netliğe sahip olmadığımıza inanıyorum. Modern dünya sistemi, tarihsel bir sistem olarak ölümcül bir krize girmiştir ve varlığını elli yıl daha sürdürmesi pek muhtemel değildir. Komünizmin 1989’daki çöküşünün liberalizmin zaferine işaret ettiği düşünülse de ben bunun dünya sisteminin tanımlayıcı jeo-kültürü olan liberalizmin nihai çöküşüne işaret ettiğini düşünüyorum.’ Wallerstein’in bu sert öngörüsü ne denli gerçektir, bunu zaman gösterecek, ancak özellikle son 20 yıldır İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan sistemin, kurucu aktörleri, kurumları, mekanizmaları ve normlarıyla büyük bir türbülans içinde olduğu apaçık bir gerçek. Bugün yaşadığımız çağ, savaşlar, çatışmalar, insani trajediler, küresel terör tehditleri, nükleer riskler, gıda, sağlık ve enerji krizleri gibi birçok meydan okuma ve belirsizlikle kuşatılmış durumda. Pandemi sürecinde büyük bir küresel yönetişim krizi yaşadık. Pandemi sonrasında ise ondan da büyük bir küresel üretim krizi ile karşı karşıya kaldık. Devletler, hükümetler pandeminin derinleştirdiği küresel enflasyona çözüm üretmeye çalışırken hep birlikte küresel ekonomik iş birliği kanallarının ne kadar zayıf ve etkisiz kaldığını müşahede ettik. Yine gördük ki, iklim değişikliği ve küresel ısınmayla birlikte gezegenimizdeki insan yaşamını tehdit eder boyutlara ulaşan doğal afetlere karşı etkin bir küresel mücadele mekanizması üretilemedi. Hem de bilim insanlarının uzun yıllardır yaptıkları uyarılara rağmen bunu başaramadık" dedi.
"Uluslararası sistem sadece yeni ortaya çıkan küresel krizler karşısında aciz kalmadı"
Uluslararası sistem sadece yeni ortaya çıkan küresel krizler karşısında aciz kalmadığını kaydeden Altun, "Aynı zamanda geleneksel anlamda varlığını sürdürdüğü istikrarsızlaştırıcı çatışmalar karşısında da yetersiz kaldı. Son 10-15 yılda bunu ilk olarak nerede gördük diye bakacak olursak karşımıza Suriye krizi çıkar. Bu krizde uluslararası aktörlerin, uluslararası örgütlerin iç savaş ve insani trajediler karşısında nasıl çaresiz kaldığına tanıklık ettik. Bundan 21 ay önce başlayan Rusya - Ukrayna savaşı ise uluslararası sistemin artık devletler arası çatışmalar karşısında ne denli aciz kaldığını gözler önüne serdi. Fakat gelgelelim 47 gündür Gazze’de yaşananlar, İsrail’in Gazze şeridine yönelik vicdandan ve izandan yoksun saldırıları uluslararası sistemin krizini tescilleyen çok acı bir tablo ortaya koydu karşımıza. Daha önce elitler düzeyinde tartışılan uluslararası sistem krizi, artık dünya halkların tecrübe ettiği bir meşakkate dönüştü. Çok açık ve net bir şekilde ifade etmemiz lazım. Karşımızda bir paradoks, bir çelişki var. Bir yandan gerçek dünya hızla küreselleşirken, öte yandan küresel yönetişim bağlamında inşa edilen mekanizmalar günden güne işlevsiz hale geliyor. Toplumlararası ilişkilerde karşılıklı bağımlılıklar derinleşirken, krizler, tehditler ve sorunlar da küreselleşiyor. Tam da bu ortamda, konvansiyonel çatışmalara ve küresel krizlere yeni bir meydan okuma eklendi. Bu yeni meydan okumanın adı bütün dünya toplumlarını hedef alan hibrit tehditlerdir. Hibrit tehditler, günümüz dünyasında rekabetin, mücadelenin ve savaşın yeni yöntemleri olarak öne çıkmaktadır" diye konuştu.
"Hibrit tehditlere karşı koyabilmek için ulusal güvenlik ve savunma mekanizmalarını reforme etmek, esnek ve çok yönlü mücadele stratejileri üretmeliyiz"
Hibrit tehditler denildiğinde vesayet savaşlarından, siyasal manipülasyonlardan, ekonomik baskı unsurlarından, düzensiz göçlerden, uluslararası hukuk manipülasyonlarından, terörizmden, siber saldırılardan, enformasyon yarışlarından ve dezenformasyon savaşlarından söz edildiğini belirten Altun, "Geleneksel, düzensiz ve asimetrik eylemlerin mezcedildiği bir tehdit türünden bahsediyoruz. Siyasal karar alma mekanizmalarını, güvenlik mimarisini, toplumsal birliği, kültürel varoluşu ve iletişim süreçlerini kötü niyetli şekilde manipüle etmeyi hedefleyen strateji ve taktiklerden bahsediyoruz. Geleneksel ve kurumsal araçların, kavramların ve yöntemlerin karşı koyamadığı bir tehdit bu. Hibrit tehditlere karşı koyabilmek için her şeyden önce ulusal güvenlik ve savunma mekanizmalarını reforme etmek, esnek ve çok yönlü mücadele stratejileri üretmek mecburiyetindeyiz.
Artık, modern dönemin klasik iktidar tasavvuru günümüzün iktidar mücadelelerini izah etmeye yetememektedir. Bugün küresel düzeyde insanlığın tecrübe ettiği çatışma ortamını analiz ederken realist düşüncenin temellerini atan Hobbes’un ’doğa durumu’ tarifi bile yetersiz kalmaktadır. Artık tek başına insan doğasında kavgayı ve savaşı tetikleyen rekabet, güvensizlik ve itibar kazanma duygularının aktörleri savaşa ve çatışmaya ittiğini söylemek yeterli değil. Karşımızda doğa durumunun dahi manipüle edildiği bir ortam var. Bugünün küresel ortamında ’doğa durumu’ yalanın sıradanlaştığı bir siyasal tahayyüle karşılık gelmektedir. Bu kaotik yapının içinde iletişimciler olarak bizler, kritik bir noktada konuşlanıyoruz.
İletişimcilerin cevheri enformasyondur. Ne var ki enformasyon, bugünün kayıp değerlerinden birine dönüşmüştür. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı isimli meşhur eserinden bu yana bilgi savaş sahasının en stratejik unsurlarından biri olarak kabul görür. Öte yandan enformasyon matbaanın icadından itibaren modern ulus-devletlerin ve ideolojilerin kurumsallaşmasında başlıca referans noktalarından birine de dönüşmüştür. 19. ve 20. Yüzyıllarda kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte, uluslararası alanda, devletler arasında cereyan eden rekabette enformasyon savaşları ciddi anlamda etki etmiştir. Ne var ki özellikle kitlesel iletişimde analog kültürden dijital kültüre geçilmesiyle birlikte enformasyon teknolojilerindeki hız ve kapsayıcılık artmış, bu da enformasyonu çok daha güçlü ve etkili bir iktidar enstrümanına dönüştürmüştür. Başlangıçta enformasyon savaşlarından beklenen, askeri açıdan taktiksel ve operasyonel avantajlar sağlamak iken, zamanla stratejik kazanımlar elde etmenin bir aracı olarak görülmeye başlanmıştır" diye konuştu.
"Bugün hakikat krizi dolayısıyla küresel anlamda bir demokrasi kriziyle karşı karşıyayız"
Bugün devletlerin, devlet dışı aktörlerin bölgesel ve küresel çatışma ve krizlerde askeri araçlardan önce enformatif araçları aktif olarak kullanmaya çalışmakta olduğunu söyleyen Altun, bu enstrümanların hatırı sayılır bir süredir hakça, hakikat uğruna kullanılmamakta, çoğu kez suiistimal edildiğini ifade etti. Bu süreçlerde dezenformasyon, mezenformasyon, bilgi kirliliği ve manipülasyonun ana referans kaynağına dönüştüğünü ifade eden Altun, "Clausewitz’in ünlü sözünü hatırlatmak isterim. ’Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır’ der. Bugün zannederim bu sözü ’savaş politikanın başka araçlarla devamıdır ve dezenformasyon bu politika araçlarının başında gelmektedir’ diye tadil etmeliyiz. Dahası bu tespitle yetinmemeli, bu durumu bir hibrit tehdit olarak niteleyip buna karşı nasıl direneceğimizin, nasıl mücadele edeceğimizin yollarını aramalıyız. Günümüzde dezenformasyon kampanyaları sadece yalan ve yanıltıcı haber enflasyonuna sebebiyet vermemekte, aynı zamanda derin bir hakikat krizine de yol açmaktadır. Hakikat krizinin temelinde yalanın sıradanlaşması, hakikatin önemsizleşmesi Jean Baudrillard’ın ifadesiyle hipergerçekliğin, gerçekten daha gerçek bir hal alması yer almaktadır. Hakikat krizi her şeyden önce uluslararası alanda etkileri bariz bir biçimde hissedilen bir demokrasi buhranını beraberinde getirmektedir. Bugün bu hakikat krizi dolayısıyla küresel anlamda bir demokrasi kriziyle karşı karşıyayız. Bireylerin, toplumların ve devletlerin tecrübe ettiği hakikat krizi bireylerarası ve toplumlararası ilişkilerde derin bir güven bunalımını ortaya çıkarmakta, uluslararası alanda gerilim ve çatışma potansiyelini artırmakta ve toplumsal birlik, beraberlik duygularını erozyona uğratmaktadır. Elbette bu süreçte hibrit tehditler hakikat krizini derinleştiren bir unsura dönüşmüş durumdadır. Bugün tartışmaya açtığımız bütün hibrit tehditler, kullandığımız teknolojilerin egemenliği sayesinde mevcut konumlarını elde etmişlerdir. Dijital teknolojilerin bilgiyi tabana yayan, göreli demokratikleştirici etkisine rağmen hibrit tehditleri güçlendirdiğini de vurgulamamız gerekir. Dijital teknolojiler, ülkelerin kamu düzenini, bireylerin kamusal alana eşit ve sağlıklı şekilde katılımlarını riske sokan enstrümanlara dönüşmektedir. Dijital teknoloji şirketleri yeni küresel iktidar odakları haline gelmekte, siber alanda bir sömürü düzeneği kurulmaktadır" ifadelerini kullandı.
"Bugün tüm dünya kamuoyu İsrail kaynaklı hibrit tehditlerin ve sistematik dezenformasyon politikalarının hedefi konumundadır"
Sistematik dezenformasyon politikalarının ne denli yıkıcı etkileri olduğunu pandemi döneminde çok açık ve net şekilde gördüklerini kaydeden Altun, "Bu durumu Rusya-Ukrayna savaşı esnasında da gördük. Fakat sistematik dezenformasyon politikalarının hakikati ne denli tahrif ettiğini 7 Ekim’den bu yana dünyanın gözleri önünde cereyan eden Gazze katliamında çok daha sarih bir şekilde görüyoruz. Bugün tüm dünya kamuoyu İsrail kaynaklı hibrit tehditlerin ve sistematik dezenformasyon politikalarının hedefi konumundadır. Edward Said, yıllar evvel ’önceden paketlenip servis edilen hiçbir malumatı bir bitki gibi kabul etmeyin, hiçbir mesaj ideolojik süreçten muaf değildir’ dediğinde elbette İsrail’in uluslararası medyayı kendi ideolojik çıkarları için nasıl manipüle ettiğinin çok iyi farkındaydı. Said aynı zamanda Filistin gerçekliği söz konusu olduğunda meselemizin sadece Batı medyasında karşımıza çıkan güncel yalan kampanyalarıyla, dezenformasyon saldırılarıyla sınırlı olmadığının da farkındaydı. Said’e göre Batı kültürel muhayyilesindeki tarihsel kalıp yargılar, stereo-tipler modern Batı kamuoyunun Filistin algısını manipüle etmeye devam etmektedir. Gerçekten de İsrail elitleri yıllar yılı modern Batı muhayyilesindeki İslam karşıtlığını kendi gayrı meşru mücadelelerine malzeme etmişlerdir. Ben Gurion ne demişti? ’İslam’dan başka bir şeyden korkmuyoruz’ Peki Yitzhak Rabin ne demişti? ’Bizim düşmanımız İslam dinidir’ Yine Shimon Peres’in sözünü de hatırlatalım. ’İslam kılıcından kurtuluncaya kadar kendimizi güvende hissetmeyeceğiz’ Bu düşmanlaştırma, ötekileştirme ve şeytanlaştırma girişimlerinin güncel versiyonları ne yazık ki Said’in bahsettiğim eserlerini verdiği dönemden çok daha şedit, çok daha nüfuz edici ve çok daha yıkıcıdır. Zira artık hedef, tek başına yalan yanlış haberlerin yayılması değil, hakikate karşı duyarsızlık oluşturmak, hakikat ile insan arasındaki ilişkiyi bozmaktır. İsrail, seneler önce bir İsrail Başbakanı’nın söylediği gibi tüm dünyayı ’Filistinlilerin olmadığı’ konusunda manipüle etmeye çalışmaktadır. Filistinliler önce kriminalize edilip sonrasında dehümanize edilerek yok edilmek isteniyor. Dahası bu cürmün görmezden gelinmesi talep ediliyor. Bu sürecin en önemli işbirlikçileri ise Batılı dev medya şirketleri ve sosyal medya platformları. Söz konusu çabayla uyumlu bir şekilde birçok ülke, birçok aktör İsrail tarafından açık ya da örtülü şantaja maruz bırakılıyor. İsrail’in cinayetlerinden bahsettiğinizde sizi anti-semitizmle suçlamaktadırlar. Filistinlilerin yaşam hakkını savunduğunuzda İsrail’in yok edilmesini savunduğunuzu iddia etmektedirler. Gazze’de yaşanan katliama ses çıkardığınızda sizi Yahudi soykırımına duyarsız kalmakla itham etmektedirler. İsrail ordusu, kolonyal anlatılarını pekiştirmek adına Batı’daki medya şirketlerine haberlerde kullanılacak kavramlarla ilgili sözlükler, sözüm ona doğru-yanlış cetvelleri dayatmaktadır" dedi.
"İsrail tam anlamıyla bir faşist propaganda yöntemi uygulamaktadır"
Gazze’de gazeteci de katledildiğini belirten Altun, İsrail’in 7 Ekim’den beri Gazze Şeridi’nde 64 medya mensubunu öldürdüğünü söyledi.
İsrail’in bu süreçte faşist bir propaganda yöntemi uygulayarak gazeteciler, sağlık çalışanları, kadınlar ve çocuklar yanında esasında hakikati de katlettiğini ifade eden Altun, "Kendisi de bir Alman Yahudisi olan ve Hitler’in zulmünden kaçmak zorunda kalan Theodor Adorno 1946 yılında kaleme aldığı ’Antisemitizm ve Faşist Propaganda’ isimli denemesinde faşist propagandanın bazı özelliklerinden bahseder. Faşist propaganda her şeyden önce gerçek rakiplerine değil hayaletlere, öcülere, mitlere saldırır. Faşist propaganda geçmişte komünistleri ve Yahudileri hedef aldı. Şimdi faşizmin küresel düzlemdeki temsilcisi konumundaki siyonist aktörler İslam’ı ve Müslümanları öcüleştirmekte, onlara karşı sistematik bir kara propaganda faaliyetine girişmektedir. Adorno’ya göre faşist propagandanın ikinci özelliği söylemsel bir mantık tutturmak yerine ucuz bir retoriği esas alması ve çağrışım yöntemiyle gerçeklikten bağımsız seri nutuklar çekmesidir. Bugün İsrail’in propaganda makinesi tam da böyle işlemektedir. Evet İsrail tam anlamıyla bir faşist propaganda yöntemi uygulamaktadır. Bugünün faşistleri dünün faşist propaganda yöntemlerini aynen tekrar etmekte, geçmişte Yahudileri kurbanlaştıranlar, bugün Müslümanları kurban haline getirmeye çalışmaktadırlar. Dahası, bugün kurbanın kendini kınaması, dünyanın da bu zulme karşı sessiz kalması beklenmektedir. Biz bu zulme karşı sessiz kalmayacağız. Beklendiği gibi Biz bu zulmü alkışlamayacağız. İsrail’in zulmü karşısında Sayın Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde hakikat ve adalet mücadelemizi vermeye devam edeceğiz" dedi.