Sen Ne Güzel Komşumuzdun Öyle...!

Hey Gidi günler hey..!

Vay ki vay..!

Şimdi aynı apartmanda oturup birbirini tanımayan, birbirinin derdiyle dertlenmeyen, birbirlerine bir selamı bile çok gören komşuları görünce biz asrı saadet yıllarında yaşamışız diyesim geliyor ve içten içe hüzünleniyorum.

Ne güzel komşularımız vardı bizim. Dünya kadar sorunları olmasına rağmen somurtmak nedir bilmeyen, bizlere yüzünün hep gülen tarafını gösteren mükemmel insanlardı. Bazan abla bazan anne oldular bize, sanki kendi evimizmiş gibi rahatlıkla girip çıktığımız hiç yabancılık çekmediğimiz yerlerdi buraları. Kendi evimizde yapamadığımız yaramazlıkları burada yapardık. Tek kelime etmez, bizi üzmek istemezlerdi.

Allah Hz Eyüp sabrı vermişti sanki.

Çok küçükken Ramazan ‘da evimize mukabeleye gelen hafızı taklit eder, elimde tespih kafamda takkeyle tüm komşuları dolaşırdım. O yüce gönüllü insanlar da, ciddiyetle kapıyı açar, beni buyur ederlerdi. Ben de gider baş köşeye oturur bir hafız edasıyla anlamsız bir şeyler mırıldandıktan sonra el Fatiha der kalkardım. Tüm komşular, işleri olmasına rağmen, beni gerçek bir hafız gibi dinler öyle de uğurlarlardı. Tüm Ramazan ayı boyunca bu ritüel devam ederdi.

Hz Eyüp sabrı denmez de ne denir ki buna?...

Hep gülen yüzünle hatırlayacağım seni Nermin Teyze. Az mı bahçenizdeki havuza girdik, az mı etrafı kirlettik. Hele o beni banyoya sokup yıkadığın, üstümü değiştirip sonra eve getirdiğin günü nasıl unuturum...

O tarihlerde kanal boyu, şehrin bir çok yerinde olduğu gibi, ömürlük granit taşlarla döşeliydi. Bir sonbahar günü, o güzelim granit taşları bir bir söktüler. Yerine asvalt kaplama yaptılar. Asvalt yapımı gecikince yağmurlar başlamış ve her taraf çamur deryası haline gelmişti. İşte o günlerde ilk okul üçüncü sınıftaydım ve kerrat cetveli (çarpım tablosu) çalışıyordum ama aklım dışarıda oynayan arkadaşlarımdaydı.

Rahmetli babam,

“İyi çalış seni imtihan edeceğim”

dedikten sonra odasına gitti. Babamın dedikleri bir kulağımdan girip ötekinden çıkmıştı, çocukluk işte, aklım dışarıdaydı. Sonra çalışsam ne olurdu ki? Ders kaçmıyordu ya..! Fırsat bu fırsat deyip, kitap ve defteri bir yana bırakıp, kendimi sokağa attım. Aklımda ne babam vardı ne de kerrat cetveli.

Arkadaşlarımın baban geliyor demesiyle kendime geldim. Eyvah ben ne yaptım, babamı kızdırdım, diye düşünürken, babam beni çoktan yakalamaştı bile... Bir süre sonra üzerimde çamura bulanmayan bir nokta kalmamıştı..!!! bu halde iken, olanları pencereden izleyen Nermin Teyze, koşarak gelip beni babamın elinden aldı ve evine götürdü. Sonrasını biliyorsunuz, evden üstümü başımı alıp beni pırıl pırıl bir halde anneme teslim etti...

Ya sen Fatma teyze, az mı kahrımızı çektin. Çile timsali bir kadındın. Genç yaşta kocanı, arkasından oğlunu kaybetmiştin. Küçük oğlun Mehmet’le küçücük bir evde yaşardın ama o yüzündeki gülücük hiç eksik olmazdı.

Az mı ekmeğini yedik, az mı çayını içtik, az mı evini dağıttık...

Bizim evde, kahvaltı için tere yağı alırlardı, o dönemin popüler margarini “sana” yağı alınmazdı. Fatma teyze de sürekli sana yağı kullanırdı. Bir kahvaltıda sana yağını yiyince çok hoşuma gitmiş ve tere yağını beğenmez olmuştum. Çocukluk işte..!

Artık evde kahvaltı yapmıyor, her sabah Fatma teyzenin sana yağı ve fırından yeni çıkmış mis gibi kızarmış sıcacık açık ekmeğiyle kahvaltı yapar olmuştum. Bir gün değil, beş gün değil, bir gün de suratını assaydın ne olurdu sanki.

Suphiye teyze, Müzeyyen teyze, Asiye teyze, Sıddı teyze, Münevver teyze, Mukaddes teyze, Pervin teyze, Mualla teyze, Behice teyze, Nermin teyze, Fatma teyze, Remziye teyze, Necla abla,

Ne güzel komşularımızdınız,

Hepinizi o kadar özledim ki.

Ne kadar şanslıyım değil mi?

Şimdi hangi çocuğun bu kadar teyzesi ve ablası var ki.

Ölenlere rahmet, kalanlara sağlıklı bir ömür diliyorum.

Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına...

YORUM EKLE