“Benim aidiyetim, kimliğim ve varlığım; ne ürettiğim değil, ne tükettiğimle alakalıdır”
Bir sosyoloğun, tüketim toplumu ile alakalı kurduğu bu cümle, aslında günümüz sistemini ve insan varlığını çok güzel özetlemektedir. Yirmi birinci yüzyıl ile birlikte yaşantımıza sosyal medyanın girmesi, dijitalleşme serüveninin hiç durmadan ilerlemesi, insanların kendilerini bir meta olarak tanıtıp, kamuoyuna fikirlerini, davranışlarını ve eylemlerini paylaşması, toplumsal sınıfı ve toplumsal statüyü yerle bir etmiş durumdadır.
Bundan yıllar önce insanlar arasında ki toplumsal statü ve sınıf ayrımı; toplumda ki becerilerine, üretimlerine ve sağladığı katkılara göre şekillenmekteydi. Bir fabrikada mühendis olarak çalışan teknik bir personelin gündelik kıyafeti ile, normal bir ara eleman olarak çalışan alt personelin
gündelik kıyafetleri, neredeyse birbirlerinin aynısıydı. Aynı takım elbise, aynı ayakkabı, aynı yaşam kültürü ve sosyal hayat… Aralarında ki tek fark, çalıştıkları fabrikada, üretime sağladıkları katkıdan ibaretti. Teknik personel, daha fazla itibar görüp; sözü daha çok dinlenirken, alt personel ise daha az itibar görüp, sözünü sadece kendi sınıfında ki personellere dinletebilirdi. Bunu sadece bir fabrika bazlı iş yeri olarak düşünmemek gerekir. Çıktı merkezli faaliyet yürüten tüm sektörlerde bu durum, bu şekilde gelişmekteydi.
Fakat toplumun birey merkezi bir yaşayış biçimini kabul etmesiyle, sosyalleşmenin, dijital platformlarda yükselmesiyle; ve en önemlisi de sosyal medyanın, günlük hayatta ki kullanım oranının armasıyla insanlar, artık daha farklı bir sosyal statü oluşturmaya başlamıştı. Bu sosyal statünün temelinde ise, tüketim vardı. Hangi üretim merkezinin hangi sınıfında ya da statüsünde olursanız olun, bu topuma hiçbir faydası olmayan bir kişi bile olsanız, eğer sosyal medyada topladığınız beğeni, takipçi listenizin yüksek olması,
kullandığınız telefonun ya da başka dijital aksesuarın kaliteli ve son model olması, giydiğiniz kıyafet, konuşma dilinizde ki kelimeler, check-in yaptığınız mekan, sizin statünüzü belli etmektedir. Bu sayede insanlar, sizi daha saygın, daha itibar sahibi biri olarak görür ve bir grupta ki söz hakkınız da, bu minvalde yüksek olur.
Aslında tüketim çılgınlığının temelinde sosyal medya kullanımı yoktur. Sosyal medya hayatımıza girmeden önce de, toplum olarak tüketim hastalığına yakalanmıştık. Sosyal medya ise, bizim bu dürtülerimizi daha da yükselterek, tüketim hastalığımızın daha büyük ölçüde nüksetmesine sebep oldu. Tüketim hastalığının temelinde ise, postmodern yaşantının bizlere sunduğu süper bireyci yaşama güdüsü yatmaktadır. Çünkü insan, ne kadar fazla bireyselleşirse, o kadar hızlı kontrolden çıkar. Kendini iyi göstermek, prestij sahibi olmak, insanlar tarafından yüksek bir itibarda karşılanmak ise, en çok tüketimi devamında getirmektedir. Bu sayede tüketim kültürü, hızla yükselmektedir.
Psikolog Ali Eren Yıldız
Üretim sanayi devrimi ile yeni bir cağsa eger tüketim kültürüne de yeni bir cağın başlangıcı diyebilir miyiz?